hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

25 Aralık 2008 Perşembe

KAROLOS - MEIS - KALKAN...


27.06.2008 sabahı Finke Setur Marina' dan ayrılmak üzere, 06:45'te marşa bastık.

Dün geceden Lutra takımı ile vedalaşmamıza rağmen motor sesini duyunca tekneden pijamalarla fırladılar. Bir kez daha vedalaştık ama çok zor olmuştu ayrılmak. Yaz sonuna doğru teknelerini Finike'den Kuşadası'n götürmek ve biraz da gezmek için tekrar geleceklerdi. Buluşmak üzere sözleştik, Thijs palamarları çözüp bize fırlattı. Tanıştğımızdan beri ilk defa biz bir limandan ayrılıyorduk ama onlar orda, geride kalıyorlardı. Hiç durmadan el sallıyorlardı bize, biz de ... :)

Bir süre sonra durup teknelerine gideceklerini sanıyorduk fakat biz ponton boyunca ilerledikçe onlar da geldiler bizimle... El sallamaya devam ederek... Pontonun ucuna geldiklerinde ise, kalpleri gibi kocaman açtılar ellerini bize ve biz gözden kaybolana kadar el salladılar...
Ralli boyunca hem yelkencilik adına tecrübe ve bilgimiz arttı, hem inanılmaz güzel ve özel yerler gördük, hem de süper dostlarla unutulmaz saatler geçirdik...

Ralli bitmişti ve sıra kendi rallimizi yapmaya gelmişti. Bu gün planları bir kenara bırakmaya ve hovardalık yapmaya karar vermiştik.
Carlos Limanı, Salyangoz ya da Karolos Koyu diye bilinen, Kekova' nın güneyinde yer alan adanın Akdeniz' e bakan yüzündeki cennete gidiyoruz öncelikle. (30°10'53.40''N 29°53'18. 01''E)
2 ay içerisinde bir kere İsrail Ashkelon' da denize girmiştik, Lübnan'daki havuz sefamızı saymazsak... :) Tabi bir de Ölü Deniz vardı ama o da sayılmaz. Çünkü kesinlike yüzemiyorsunuz :) Biz de saat tam 09:47' de kendimizi Türkiyemizin, Akdeniz' in muhteşem sularına bırakıyoruz.
Buraya gelmişken karaya çıkıp bir fotoğraf çekilir diyorum ve makinemi sarıp sarmalayıp karaya yüzüyoruz babamla. Ama çıkmak ne mümkün... Karolos Koyu' nun sahibi kara bir keçi, inatla -büyük ihtimalle elimde torbayı yemek sandığı için- üstüme üstüme geliyor, gözlerini elimdeki torbaya dikiyordu. :)



Ve cennete veda vakti gelmişti...
Uzun zamandan beri sürekli, düzenli olarak telsizle konuşmaktan, rotayı takip edip belirlenen koordinatlar içerisinde kalmaya özen göstermekten, belirlenen saatlerde belirlenen yerlerde olmaktan da sıkılmıştık hani. Telsizimizi kısa bir süreliğine de olsa kapatmış, Bueno Vista Social Club' u açmıştık. İlk defa isteyerek güneşleniyorduk.
Bağımsızdık, programsızdık... Ne zaman nereye istersek oraya giderdik. Ki öyle de oldu :)
Çıktığımız Karolos Koyu' nun yaklaşık 17 nm batısındaki, bizim kıyılarımızdan sadece 2 nm uzaklıktaki Meis Adası' na (Kastelorizo) çeviyoruz rotamızı. Süper bir yer... Rengarenk evleri, çiçekleri; yemyeşil, berrak suları olan sakin bir yer. Koyun girişinde bir de cami var. Çok şaşırdık görünce. Bizim Osmanlılar zamanında bu küçük adayı da camisiz bırakmamışlar. Ama Yunanlılar eski camiyi şimdi müze olarak kullanıyorlarmış.
















Gulchin' i karaya bağladıktan sonra kıyı boyunca biraz yürüyüp bir restorana oturuyor ve balıklarımızı yiyoruz. Güneş, deniz, Yunan müzikleri ve adanın kedileri, balıkları bize eşlik ediyorlar.
Bu gün yorgunluğumuzu biraz da olsa atmıştık, kendimize gelmiştik sanki 1 günde. Uzun ve yorucu bir seyirden dönmüştük daha 1 gün önce... Ve bu gün keyif çatıyorduk orda burda :) Burası, herşeyi gibi renkli olan balıkçı teknelerinin sanki havadaymış gibi durduğu; daracık, film çekilesi sokaklarının olduğu klasik bir Yunan adası işte.

Yemekten sonra biraz daha vakit geçirip adadan ayrılıyoruz. Çünkü akşamı Kalkan' da geçirmeye karar vermiştik. Hava kararmadan yer bulmak istiyorduk.

İstemeye istemeye adadan ayrıldık. Geze geze, beğendiğimiz koylara gire çıka saat 18:30' da Kalkan' a vardık.

İlk defa geliyorduk ve orayı da alt üst etmek için sabırsızlanıyorduk. Hemen, her zamanki gibi duşlarımızı alıp hazırlandık ve kendimizi Kalkan sokaklarına vurduk.
Işıklar inanılmaz göz alıcı, cezbedici... İçine çekiyor insanı, istse de itemese de...

Kaliteli, güzel restoranlar var. Sanata, kültüre çok önem veriliyor burda. Sokak aralarında sergiler var hep. Takıları, renkli camları çok güzel. Orjinal, özgün bir yer Gümüşlük gibi... Mezeleri ile meşhur, mavi ışıklı, beyaz sandalyeli restorana oturuyoruz. Vakit kaybetmeden sokakları geziyoruz adım adım... Resmen doyamıyoruz Kalkan'a...


Planımız, yarın sabaha karşı Kalkan' dan ayrılmak ve Ekincik Koyu' na kadar ilerleyip 1 geceyi de orda geçirmek...İcici :)

14 Aralık 2008 Pazar

Finike Göründü :)



26.06.2008, 06:40'ta bu fotoğraf çekildi.
Kara göründü diye feryat edip sevinmeye bile halimiz kalmamıştı açıkçası. Gecemiz biraz zorlu geçmişti. Kaba dalgalarla boğuşmuştuk ve uyku, nöbet diye birşey kalmamış, hepsi birbirine karışmıştı. Ben de biraz rahatsızlanmıştm.

Aslında bu yolculuk tecrübeli ve profesyonel bir ekibe göre tabi ki fazla değildir ama bizim gibi acemiler için gerçekten zorlu olmuştu.
Bu arada maç sonucunu da telsiz konuşmalarından duymuştuk. Bizim gibi merak eden diğer 2 Emyr teknesine de sonucu üzülerek biz bildirmiştik. :(


Neyse, kara görününce hemen telefonlara sarıldık. Bizi merakla bekleyen aile fertlerimize Finike'ye vardığımızın haberini verdik saat çok erken olsa da.

Sonra bir oh çektik... Birbirimizin yüzü gözü şişmiş, bitkin fotoğraflarını çektik halimizi en iyi onlar anlatır diye, bakıp bakıp güleriz diye :))

Babam çok mutlu. Rally' yi sonuna kadar 2 acemi yardımcısı ile tamamlamayı başardı. Hatta non-stop Finike bile yaptı :))


Saat 08.00 gibi teknemizi bağladık ve hemen kahvaltımızı yaptık. Hava aşırı sıcaktı. Bir süre öylece uzandık vantilatörün karşısında...

Arada teknemizin önünden tanıdık yüzler geçiyordu (rallyden). Onlarla sohbet ediyorduk. Zaten Lutra da çok geç olmadan karşımızdaki yerini almıştı Finike Setur Marina'da.
Saat 14:30 gibi, -kendimizde o gücü bulduğumuzda- giriş işlemlerini, bize yardımcı olan bir marina görevlisiyle birlikte kısa sürede tamamlamıştık.


Sıra güzel bir öğlen yemeğine gelmişti. Dolaptan doğranmış tuna balığı çıkarıldı ve kırmızı şarapta Engin usulü bir güzel pişirildi. Lutra' ya da "Karşı tekneden" diyerek ikram edildi


Yemekten sonra Lutra ekibi bizi ziyarete geldi. Uzunca bir süre sohbet ettik. Türkiye'deki güzel koylar hakkında bilgilerimizi paylaştık. Gulchin şapkalarını takıp bize her zamanki güler yüzleriyle bir poz verdiler. :)


Onlar gittikten sonra ise Gulchin' i bir güzel yıkadık. Sonra da biz duşlarımızı aldık.

Yarın yine yola çıkacağız. Hava güzel olacak, bizi zorlamıycak. Gidebildiğimiz yere kadar gidip korunaklı bir koyda gecelemeyi planlıyoruz.

AKDENIZ...

25.06.2008, Saat 10:39
Gece saat 04:00'te rotamızı Finike'ye çevirerek Lutra' dan ayrıldık. Onlar Paphos' a gittiler. Babam Kıbrıs sularına girme konusunda tedirgin olduğu için yola tek başımıza devam edeceğiz. Üçümüzün de içinde bir coşku var. Burnumuza şimdiden güzel yemek kokuları gelmeye başladı. Ve sürekli “Dönünce ....... da yapalım” lı cümleler kuruyoruz.
Bu geceyi yalnız geçireceğiz. Hiç önemli değil bizim için, biz cesur denizcileriz. :)))
Yolculuğumuz sırasında tek tük tekneyle karşılaşıyoruz. Hatta 1 tanesiyle biraz önce kısa bir sohbet dahi ettik. Türk değillerdi ne yazık ki… Onların da 2 gün önce Finike’ de olduklarını öğreniyoruz… İyi yolculuklar dileklerimizi iletiyoruz karşılıklı olarak ve sancaklarından geçip ilerliyoruz. Şimdiyse baş sancakta Salamis Lines görünüyor…
Yakamozları izledim yine dün gece. Keşke ben de onlarla, dümen suyumuzda yalpalanarak ışıl ışıl oynasam sonra da karanlık sulara dalıp kaybolsam... O kadar çoklar ve o kadar hızlı gözden kayboluyorlar ki “Merhaba” diyemeden veda etmem gerekiyor her birine. Bazen içlerinden birisi daha parlak oluyor, ya da daha büyük. O zaman çocuklar gibi sevinip açıyorum gözlerimi kocaman ve kaybolana kadar izliyorum onu.
Bu arada bu akşam oynanacak Türkiye-Almanya maçını izleyebilecek miyiz çok merak ediyoruz. O saatlerde Finike’ ye daha da çok yaklaşacağımız için içimizde az da olsa umut var. Hiç olmadı radyo var…

RALLY BITTI, DÖNÜYORUZ... ISRAIL' DEN FINIKE' YE...(2 GÜN 3 GECE...)



24.06.2008
Yola çıkalı 25 saat oldu ve hala daha Finike'ye 206 nm var. Lutra 100 m arkamızda... Dönüş yolumuzda kaba dalgalar olmasın istemiştik ama sanırım bu kadarı da bir yelkenci için fazla... Yola çıktığımızdan beri ayaklarımızın altında titreyen motoru kapatıp sessiz ve sakin bir yelken seyri yapamadık.
Rüzgar yola çıktığımızdan beri kafadan geliyor. Yalnızca ilk 2 saat 30 derecelik orsa seyri yapabildik 15 knot rüzgarla ama motorumuzu kapatmadan. Çünkü Herzilya Marina çıkışında mazot alırken ufak bir problem yaşamıştık ve Lutra'ya yetişmemiz gerekiyordu.
Neyse, dün yaşadıklarımızı zaten asla unutamayız. O kadar çok şey aynı anda ters gitti ki.... Ama sonunda bütün sorunlar sihirli bir değnek değmişçesine yok oldu. :) Ve işte rally bitti, DÖ-NÜ-YO-RUZ!!!
Şu anda iskele baştan batan güneşi izliyoruz annemle. Ufukta sadece batmakta olan güneş var. Şimdi inip navigasyon ışıklarımızı da yaktım. Babam uyuyor...
Dün gece ilk kez yakamozları gördüm. :) Onlar da canlıymış, çok şaşırdım. Hayatımda hiç o kadar ışıl ışıl bir canlı görmedim ben. Ateşböcekleri gibi…
Bu arada rally bitti ama telsiz konuşmalarımız devam ediyor. Birbirimize bir sorun olup olmadığını soruyoruz. Kimler balık tutmuş onu öğreniyoruz. Bir çok Emyr teknesi mazot alabilecekleri bir yer öğrenmek için David ile konuşuyor. Lutra da Herzilya çıkışında mazot takviyesi yapmadığı için Kıbrıs'ın batısındaki Paphos Limanı'na uğramak zorunda kalacak.
David dün tekneye geldiğinde Kıbrıs'ın kuzeybatı ucunda bulunan Fontana Amorosa koyunun dinlenmek, yemek ve yüzmek için iyi bir seçenek olacağını söylemişti. Eğer Lutra'nın işi uzun sürecek olursa sanırım oraya gidip biraz dinleneceğiz. Mashona ve Shadow Cat' in de aynı koya gidip dinleneceklerini biliyoruz ve daha bir çok Emyr teknesinin de...
Bu arada sabah 07:15 gibi oltamıza bir tuna balığı yakalandı. Ama babam çaresizce çırpınan zavallı tuna balığını yormak istediği için bir süre olta ile çekmeye devam etti ve azimli tuna balığı sonunda rapaladan kendini kurtarıp derin bir nefes alabilmek için tekrar maviliklere daldı :)
Ancak asıl azimli olan babammış ki saat 10:00 civarında bir tuna daha yakaladı. Birkaç bıçak darbesinden sonra kepçeyle içeriye aldık. Şu anda parçalar haline buzdolabında...
Neyse ben de şimdi biraz geriye dönüp Lübnan anılarımızı yazmaya çalışacağım. Finike'de inşallah internet bağlantısı bulabilirim...

20 Kasım 2008 Perşembe

ISRAIL HERZILYA' DA SON GÜN... ( The Long Day Is Over...)


23.06.2008
Unutulmaz bir gün daha...

Sabah, “Büyük Lider David" ve Shadow Cat teknesinin sevdiğimiz kaptanı Ken'in sesleriyle uyandık. Saat 09:00 civarı...
Bize dönüş yolculuğu ile ilgili bilgiler vermeye gelmişler. Kıbrıs'ın kuzey batısında mola verilecek, hatta gecelenebilecek güzel koyların olduğunu, onların o rotayı takip edeceğini söylediler. Orda birkaç Emyr teknesiyle buluşup yolda yakaladığımız balıklarla bir ziyafet çekebilirdik :)
Bu arada Lulu Türkiye'ye dönüş yolculuğunu eğer uygun olursak bizimle yapmak istiyorudu. Biz de eğer koşullar uygun olursa onun 4 günlük Ürdün turundan dönmesini bekleyeceğimizi ve onu da misafir edeceğimiz söylemiştik. Ama bir başka alternatifinin de olması gerektiğini, bizim de gelişen koşullara göre hareket edeceğimizi eklemiştik. Öyle de oldu... Çünkü Herzilya'dan çıkış işlemleri her gün saat 13:00'te gerçekleşecekmiş ve işlemler tamamlandıktan en geç 1 saat sonra marinadan çıkışın yapılması gerekiyormuş. Yani eğer bu gün çıkamayacaksak yarın öğleden sonra çıkabilecektik. Ki 1 gün daha beklemek istediğimiz son şeydi.
Türkiye yolculuğunu birlikte gerçekleştireceğimiz Lutra teknesi ile birlikte hemen kriz masası kuruldu :) ve Lutra kaptanları ile yaptığımız hızlı toplantı sonucunda hemen bu gün yola çıkmaya karar verildi.
Öyleyse bu gün çok işimiz vardı. Ülkeden çıkış işlemleri yapılacaktı. Gıda alışverişi, teknenin ufak tefek eksiklikleri, temizlik, vedalaşmalar... Ha bu arada, Ürdün'de kaybettiğimiz video kameramızı da bulmamız gerekiyordu... :))))

Kahvaltımız bile yapmadan marina ofise gidip çıkış işlemlerimizi tamamladık. Saat 13:00'deki Lutra, Nanette ve Gulchin teknelerinin veda buluşmasına yetiştik. Nanette'den Debbie ve Tom, teknelerini İsrail'de bırakıp uçakla Amerika'ya döneceklerdi. Bizlere, bizim Gulchin şapkalarımıza karşılık Nanette t-shirt lerinden armağan ettiler. Çok özleyecektik onları. Benim annem ve babam gibi, annem ve babamın da kardeşleri gibi olmuşlardı. Bense her birinin küçük kızıydım... :)))
Bu arada da ben sürekli ofise gidip tur şirketi ile irtibat kurmaya ve kameramızı geri almaya uğraşıyordum. Kamera ise akşamüstü Ürdün'den dönecek tur otobüsündeydi. Çıkış işlemlerimizi yapan memurlar 15:00'e kadar marinadan ayrılmamız gerektiğini söylüyorlardı. Otobüs 17:00 civarında gelecekti. Biz de içinde 2 aylık emyr anılarının olduğu kamerayı bırakıp gitmek istemiyorduk. He bu arada da Lulu'nun marinada duran bavulunun üzerine, sonunda “we wish you the best” yazılı notumuzu çoktan iliştirmiştik.
Neyse, markete gidip alışverişimiz yapmış, tekneyi toparlamaya koyulmuştuk.
Ben tekrar ofise gittiğimde David abim yanıma geldi, “Sizin kamera şu anda takside, yarım saate burda olur.” dedi. Bana abilik yapmaya devam ediyordu :)
Yarım saat sonra ağzım kulaklarımda, elimde kamera tekneye dönüyordum. Gideceğimizi duyan arkadaşlarımız vedalaşmaya geliyorlardı. Fotoğraflar ve kartlar değiş tokuş yapılıyordu. Tekneye son bir kez su tutup çıkmaya hazırlanıyorduk ki Lulu'nun sesi duyuldu. :)) Aslında tam zamanında gelmişti fakat çıkış işlemlerini gerçekleştiremediği için bizimle gelemiyordu. Neyse ki başka altenatifleri vardı. Onunla da vedalaşıp "Start" a bastık. Motor gürledi, Gulchin titredi, sular köpürdü :)))

Palamarları çözdük, Nanette' e korna çalıp el salladık. 5. gruptan Baracca teknesi, tüm mürettebatıyla birlikte pontonun ucunda bize el sallıyor ve havalı kornalarını çalıyorlardı hüzünlü hüzünlü... Baracca' nın tatlı sahipleri Paton ailesi hala gözümüzün önünde. Keşke o anı fotoğraflayabilseydik diyoruz hala daha ama mazot iskelesine yanaşacaktık. Elimizde halatlar, görev alanımızda beklemek zorundaydık. :(
Saat yaklaşık 18:00. Mazot iskelesine yanaştık korna sesleri arasında. Ortalıkta görevli falan yok. Oraya koşturuyorum, buraya koşturuyorum ve sonunda kredi kartı ile kendi başımıza alabileceğimiz öğreniyorum. Ama o süre içinde baya endişelenmiştik. Önümüzde 590 nm'lik bir deniz yolculuğu vardı... Ve aksiliklere tahammül sınırımızı çoktan aşmıştık.
Saat 18:30 da marinadan ayrılarak başımızı kuzeybatı yönüne çevirdik. Lutra önümüzde yavaş yavaş seyrederek bizi bekliyordu. Hemen arkamızda David' in lider teknesi ünlü Mashona, onun da arkasında katamaranlarımızdan Shadow Cat...
Önümüzde uzun bir seyir bizi bekliyor. En güzeli Türkiye'ye dönüyoruz... :)
Telefonlar çekmemeye başlıyor. Cenova, ana yelken açık... Orsa yapıyoruz... Gün batmak üzere... Biz heyecanlı, yorgun, bitkin ama bir o kadar da mutluyuz...
Radyoda : Norah Jones – The Long Day Is Over...


3 Ekim 2008 Cuma

ÜRDÜN ... ( Nebo Dagı, Madaba, Petra, Jerash)


20.06.2008 sabahı bavullarımızla birlikte otobüslere binip İsrail-Ürdün sınır kapısına gittik. İşlemleri tamamlayıp otobüsümüzü değiştirdikten sonra yemek yemeğe gittik (yemedik de denebilir).
Bu arada sınır kapısında, kameramızı indiğimiz otobüste unuttuğumuzu fark ettik ve otobüs çoktan yola çıkmıştı. :( Ürdün'de kamerasız kalmıştık. Sağlık olsun dedik ve fotoğraf makinesiyle idare etmeye çalıştık.
Yemekten sonra Nebo Dağı'na gittik.
(Mount Nebo) Nebo Dağı, Hz. Musa'nın vefat ettiği, kutsal Filistin ve Kudüs topraklarını seyrettiği yer. Buradan Ürdün Vadisi ve Ölü Deniz de görülüyor. Ayrıca burdaki bir Bizans kilisesinden çıkartılan mozaikler de oldukça ilginç.















Sonra da 15 dk. uzaklıktaki bir bir mozaik atölyesine konuk oluyoruz. Mozaikleri ve orta doğuya özgü çoğu şeyi burda bulabiliyoruz.













Ordan sonra da Madaba...
"Krallar Yolu" üzerinde bulunan kutsal yerleri gösteren 5000 yıllık ünlü mozaik haritanın bulunduğu "Mozaik Şehri".

Madaba'dan sonra çok da fazla yorulmadan, uzun bir otobüs yolculuğu yaparak gece kalacağımız otele yol alıyoruz.
21.06.2008
Petra...
Dünya harikası... Hakikaten de öyle. Dünyanın yeni 7 harikasından biri Petra.
Ürdün 'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki topraklar üzerindeki antik kent. Yerleşim MÖ 2000’de başlamış. Edomitler, Nabateanslar, Selecuidler, Romalılar ve sonunda Araplar’ın hakimiyetine girmiş kocaman bir şehir.
Tur rehberimiz gerçekten çok başarılıydı. Tarihi bilgisinin yanı sıra yaratıcı bir fotoğrafçı yanı da vardı. Onun sayesinde neredeyse en tepedeki kayaya bile parmağımla değebilecektim :)))

Petra antik kentinde tiyatro, tapınaklar, evler, kiliseler, manastır, adak yeri, su deposu, mezar gibi yapılar Petra'nın -çok özel renklere sahip- kireç taşlarının oyulmasıyla yapılmış. Ayrıca bazı belgelerde ve yöre insanlarının anlattığı hikayelerde Petra'nın, Kuran’da yokedildiği bildirilen Kavimlerden Semud’un yurdu olduğu da belirtiliyor.

İsteyenler bu muhteşem şehri at eşek ve develerle de gezebiliyor ancak biz yürümeyi ve tüm ayrıntıları görüp rehberin anlattıklarını dinlemeyi tercih etmiştik. Yaklaşık 7 km yürüdük, hem de güneş tepemizdeyken...



Kayaların renkleri, taşlara oyulmuş figürler, muazzam tapınaklar, buldukları renkli taşları satmak için peşimizde dolanan güzelim çocuklar...
Resmen hayran kaldık ve iyi ki gelmişiz dedik. Ralli boyunca beni en çok etkileyen yerlerden biri oldu Petra...


Benim için en unutulmazlardan biri de kayalara oyulmuş kervan figürüydü. 3 deve, bir de bedevinin ayak ve gövdelerinin işlenmiş olduğu Petra kayalıkları... (Solda)















Ve ayrılıyoruz Petra'dan...
Akşam Amman şehrindeki otelimize yerleştik. The Regency Palace...
Lutra ekibi ile yemek yiyip kahvelerimizi de içerken Herzilay'dan çıkış yapacağımız günün hava durumunu kontrol ettik. Ben de hazır wireless bulmuşken blog yazılarının bir kısmını ekledim. Odalarımıza çıkarken de oteldeki düğünde çıkan bir kavganın tam ortasında kaldık. Neyse ki kendimizi zar zor asansöre attık ve yumuşacık yataklarımıza gömüldük.
22.06.2008 sabahı Jerash'a gittik.
Jerash'ın tarihi 6 bin 500 sene önceye dayanıyor. Bizim Efes gibi bir yer. Ortadoğu'nun en iyi korunmuş antik Roma şehri.





























Çok çok büyük ve mimari güzellikleri saymakla bitmez. Oval forum, kolonlu cadde, Roma köprüsü, tiyatro, kilise, mozaikler...
Zeus ve Artemis Tapınağı...
Ürdün'den ayrılırken içimizde, unutulan kameramızı gelecek otobüste bulacağımız konusunda bir umut vardı. Çünkü unuttuğumuz gün tur şirketini arayıp haber vermiştik. Ama bulamadık :(
Sınır kapısında yaşanan bir sorun ve dolayısıyla gecikmeden sonra marinaya doğru uzun yolculuğumuz tekrar başladı. Otobüsün en arka koltuğundayım yine, kulağımda iPodum. Annem diğer camda,babam bir ön sırada uyuyor. Bense yaklaşan yolculuğumuzun verdiği heyecanla kalemi kağıdı elime almış, İzmir'e, Çeşme'ye dönünce yapacaklarımı yazıyorum bir bir. Neler yok ki listede...
Uzun bir banyo, Ilıca plajında, günbatımında serin bir deniz keyfi ve yanında (bulabilirsem) elma şekeri... Çıkışında Şevki'de bir kumru... Sirena' da soğuk birer bira ve ortaya o karışık tabaktan... Ananemin domates soslu kızartması :) Efruz'la uzun, keyifli bir yolculuk... Güzel gözlü, pamuk Emir'imle dolu dolu bir gün... Ablam, annem, ben Reyhan keyfi... :) Daha neler neler...

Derken marinamıza vardık.

Akşam yemeğimizi yiyip marinada dolandık biraz. Yarın Herzilya Marina'dan çıkış yapacaktık. Yakında Türkiye'de olacağımız için şimdiden içimizi bir heyecan sarmıştı.