hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

BODRUM YACHT SHOW BAHANE HISARÖNÜ SAHANE... :)


Uzun zamandır böyle bir malzeme arıyordum yazmak için... :)
Bu yaz ne yapacağız diyordum kendi kendime ki Bodrum Yacht Show imdadımıza yetişti. Fuarla ne alakası var diyeceksiniz. Başlıktaki gibi "Bodrum Yacht Show Bahane Hisarönü Şahane" sloganı ile 03.08.2009 sabahı Port Alaçatı'dan çıkışımızı yaptık. :) Ablam (Gülesin Boyacıoğlu), annem, babam ve ben...
Mutlu Marine firması olarak Bodrum D-Marin' de düzenlenecek fuara katılıyorduk. Zaten bir hafta süre ile Bodrum' da olacaktık ailecek. Otelde kalacağımıza teknede kalırız, fuarın açılış saatlerinden önce yakın koylarda deniz ve yelken sefası yaparız, fuar bitince de Hisarönü ya da Gökova Körfezi' nde tatil yaparız diye düşünüp Bodrum' a Gulchin ile gitmeye oy birliği ile karar verilmişti.

Sabah 06.00 gibi yola çıktık Port Alaçatı' dan. Pupadan 19 knot rüzgar, ölü dalgalar ile açılışımızı yapmıştık. Ablamın teknede yaşama ve uzun yol performansını merak ediyorduk. Ara sıra gözlerimiz onun üzerinde birleşiyordu istemsizce :) Rüzgar yönü çok dengesizdi ve dalgalar da haliyle sersemletici...
Saat 10:00' dan sonra apaz, geniş apaz seyirleriyle Samos ve Fournoi arasındaki boğazı geçiyorduk. Pupadan gelen rüzgarla cenovayı iyice boşladık, motorun da yardımıyla yolumuza devam ettik.
Rota 2 yıl önce olduğu gibi Arkoi adasydı. Ancak saat 12:00' de hava iyice patladı. 24 knot rüzgar, yaklaşık 3 m boyunda dalgalar... Cenovaya 3. camadan vuruldu... Yaklaşık 15 dk. kadar süren bu durum Samos adasının bizi korumaya almasıyla bir süreliğine düzeldi. Deniz dümdüzdü ve sıcak sıcak esiyordu hava. Hemen üzerimizdeki montları çıkardık, açıldık, saçıldık... :) 5 knot' a düştü hava..
Annemin, -aslında hiç de öyle göstermese de- aklına koyduğunu yapan, hedefine ulaşmak için sıkıntılardan kaçınmayan bir yapısı vardır. (tekneyle Mısır' a kadar gitti, daha n'apsın? :)) Ve annemin bu günkü hedefi Arkoi Adası idi.
Biz 2 yıl önce oraya gitmiştik (ablamlar balayındayken) ve annem orda geçirdiğimiz geceyi, yıldızların yerlere kadar indiği o mütevazı koyu unutamamıştı. Şimdi de ablama göstermek istiyordu.
Havanın açıklarda iyi olmadığını dürbünle bile görebiliyorduk, Arkoi Adası bizim için çok zorlu olacaktı eğer vazgeçmezsek... Babam Agathonisi (Eşek Adası) adasına doğru rotamızı değiştirdi ablamın da isteğiyle. Laf aramızda, biraz korkmuştu :) Biz annemle sürekli olarak bakışıyorduk sinsi planlarımız için, ikimiz de Arkoi'ye gitmek istiyorduk. "Siz ikiniz içeriye girip biraz kestirin." diyorduk ama nafile... :)Denizciysen akşam nerede uyuyacağın hiçbir zaman belli değildir. Kimi zaman keyiften, kimi zaman havadan, kimi zaman da teknenin azizliğinden kaynaklanır bu belirsizlik. Biz de "Acaba bu gece nerde uyuyacağız?" diyorduk kendi kendimize, gülüşerek...
Sonunda Eşek Adası' na vardık, demirimizi salladık. Biraz solugan alıyordu, ayrıca büyük bir gemi gelmiş, herkesin eyfini kaçırmıştı. Bu da bizim için bir bahane olmuş, gözümüzü karartmış rotayı tekrar Arkoi' ye tutmuştuk.
Kuzeyden gelen 5, ara sıra 6 boforla dalgaların üzerinde sörf yapıyorduk. Sürekli kaptana, "Ne kadar kaldı?" diye sorular soruyorduk. Yaklaşık 1,5 saat öylece gittik. Birbirimizi oyalamaya çalışarak, abuk sabuk konularda sohbet ederek, ara sıra ıslanarak... :) Adanın güney ucunu dönünce rahatlamıştık. Marathi Koyu'ndaki bir tonoza bağlandık. (37°22'02.97" N - 26°43'35.60" E) Güneşi kaybetmemek için hemen hazırlanıp karaya çıktık.













İyi fotoğraflar için tepelere çıktık. Çıkmadan önce koyun kuzeyindeki restorandan yer ayırttık, 2 yıl önce bayağı kalabalıktı.

Mavi masa, sandalyeleri olan şirin tavernalar; pembe, sarı sardunyalar; deniz kenarındaki banklar, ham

aklar... Ege Denizi' nin maviliğine bakan beyaz masalar...


Kumların üzerinde heyecanla çıkarılıp unutulmuş deniz terlikleri...

Gitarını kumların üzerine bırakıp sere serpe uzanan bir adam... Bi çift raketle top... Tüm bunların üzerine yavaş yavaş ışığını yansıtan görkemli dolunay...












Foto safarimizi tamamladıktan sonra yemek için hazırdık. Herkes sofrada, bense muhteşem dolunayın verdiği, muhteşem fotoğraflar peşinde... Gerçekten anlatılması güç güzellikte bir akşamdı. Denizin durgunluğu, ayın sudaki yansıması, teknelerin hareketleri, kumsalın keskinliği... Deklanşör hiç durmadı diyebilirim. Küçük çocuklar masadan kaçıp oynamaya gider ve sonra da abla ya da abisi gelip onu zorla masaya götürür ya, işte aynen öyle oldu :)

Mezeler pek iştah açıcı değildi ancak kekikli zeyintağı sos ile sundukları ızgara balıklar lezzetliydi.Yemeklerimizi bitirdikten sonra ablamla uzolarımızı alıp kumsala gittik. 2 sandalye atıp oturduk. İ NA NIL MAZ DI.



Çektiğimiz sıkıntılara değmişti. Resmen kendimizi bırakmıştık. Beynimiz boştu, metabolizmamıza bile karışmıyorduk, bildiği gibi davranıyordu. Kaslarımıza müdahale etmiyorduk. Tamamiyle bir boşluk, hafiflik... Nirvana buralarda bir yerlerde olmalıydı... :)

Günün yorgunluğu, uzonun anasonu ve huzurun vediği bir rehavetle bitkin düştük ve teknemize döndük. Çok geçmeden uykuya dalmıştık.












04.08.2009 sabahı, güneş doğarken çıktık yola. Hava pek yoktu. Bir ara 10 knot bir rüzgarla geniş apaz yaptık. Bu gün de ablamın rotasına göre gidiyorduk. Daha önce Burçak'la gittikleri otelin de bulunduğu Cennet Koy'una...




Hakikaten cennet gibiydi. Denizin rengi mükemmeldi. Ağaçlarla iç içe...
Burda uzun bir süre kaldık. Kitaplarımızı alıp bir kenara çekildik, kimimiz uyudu, kimimiz güneşlendi. Yemeklerimizi yedik, kahve keyfimizi ve deniz sefamızı yaptık. Saat 17:00 gibi koydan ayrılarak 2 saatte Yalıkavak Marina' ya geldik. Yavaaaş yavaş... Dümdüz denizin ve dingin havanın tadını çıkara çıkara...

Marina' ya girişi yaptıktan sonra teknemizi yıkadık ve biz de duşlarımız alıp güzel bir akşam yemeği yedik marinada.

05.08.2009 sabahı kahvaltımızı yaptık ve fuar için D-Marin' e gittik. Hava çok sıcaktı ama el birliği ile standımızı kurmuştuk. Yalıkavak' a dönüp üzerlerimizi değişmiş, annem ve ablamı da alarak tekrar fuar alanına dönmüştük. Fuar güzeldi, verimliydi. Ürünlerimize gerçekten ilgi ve beğeni yoğundu. Özellikle pasarellalara, koltuk halatı ve dümenlere... Neyse, fazla reklam yapmıyım ;)

Gece saat 11:30' a kadar fuardaydık. Biz de ara sıra fuarı, tekneleri geziyorduk. Babam tekneyi büyütmeyi düşünüyor da... Bakalım, hayırlısı...
Bu arada fotoğraf makinemin caaanım objektifi (18-105 mm VR) sağlam bir dalgayla yere düştü ve artık çok iyi durumda değil. Kafasına eserse çekiyor, esmezse çekmiyor. Sanırım diyafram parçalandı. Tabii benim de tadım kaçtı :( Neyse, çok geçmeden marinaya döndük, yemeklerimizi yiyip tekrar fuara... Satışlarımız oldu ara sıra, müşteri ziyaretlerimiz...
06.08.2009 günü kahvaltımızı Mozart Cafe'de yaptıktan sonra tekneyle çıkmaya karar vermiştik. Amaç daha çok yelken yapmaktı. 
Fuar dönüşünde Gourmet Restoranda, geç de olsa güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Etler, şaraplar bir harika.Hava çok güzel, insanın yatası gelmiyor ama çok da yorgunuz. Yatmadan önce uykulu gözlerle de olsa havuzlukta oturup sohbet ediyoruz çiğdem çekirdek... :)
Aklım hala daha bozulan objektifte. "Ben bi deneme yapıp geliyorum." diyorum bizimkilere ama deneme bahane tabii ki... Yelkenli direklerinin ve etraftaki ışıkların denizdeki yansımaları mest ediyor beni.











07.08.2009 sabahı yine çıkış planı vardı. Bu sefer takım daha güçlü...  Marinadan çıkar çıkmaz motoru stoplayıp yelkenleri açıyoruz. Hava 17-18 knot, kuzey rüzgarı. Tramolalarla güzel bir koya demirleyip denize giriyoruz, sohbet ediyoruz ve yine aynı şekilde, motorsuz, tramolalarla, çok keyifli bir şekilde marinaya varıyoruz.
Akşam yine fuardayız. Yeni Bavaria 47' lere bakıyoruz... 
08.08.2009 sabahı yola çıkıyoruz, Çeşme' ye, "Düğünümüz Vaaarrr!" :) Özge Tüfekçi & Arda Akşit. Artık Özge&Arda Akşit :) İkisi de dünya iyisi... İnşallah çok ama çooook mutlu olurlar. Öz'ümmmmm, çok seviyoruz seni!!!!
Düğün sayesinde ananem ve teyzemlerle de vakit geçirmiş oluyoruz ve ertesi gün yine Bodrum yolcusuyuz...
Bu sefer Burçak da bizimle. Ablam ve Burçak 2. Evlilik Yıl Dönümlerini ve ayrıca yıllık izinlerini bizimle birlikte teknede geçirmeye karar vermişlerdi :)
Bodrum' a giderken yolda lastiğimiz yarıldı. Hani patladı diyeceğim, genelde öyle denir ama resmen yarıldı. Nedenini anlayamadık, otobanda öylece gidiyorduk... O sıcakta bir de lastik değiştirdik... "Neyse, buna da şükür, canımıza gelmedi ya..." diyip yolumuza devam ettik. Fuarın son gecesiydi, standımız da toplandıktan sonra marinaya gittik. Yatmamız saat 02:30' u bulmuştu.
10.08.2009 sabahı erkenden çıkmadık yola, çıkamadık. Geç yatmıştık, ilk günden yormayalım kendimizi dedik... Kahvaltımızı ve alışverişimizi yapıp saat 15:30 gibi marinadan ayrıldık.
Batı-kuzeybatı rüzgarı, 5-6 bofor hava var, dalgalar kocaman... Cenovaya camadan vurduk, 45 dk. içerisinde Gümüşlük'teydik. İskeleye bağlandık. Bir süre sonra bir baktık çoğu teknenin demiri taramış. Hatta koyun bir ucundan bi tekne kalkmış, Tavşan Adası' na doğru gelmiş kendi kendine :) Gerçekten. Biz de yan tekneden koltuk alarak durumu kurtardık.
Akşama Yakamoz Restoran' da güzel bir yemek yedik. Sonra kendimizi Gümüşlük Çarşısı' na vurduk. Bileklikler, rengarenk saç bantları, yüzükler, kolyeler, buzdolabı magnetleri, çalı çırpılar... Deli kızın çeyizi gibi... :) Babam da bu sırada çarşının arkasında kalan lokmacıda :)


Gece uyumakta bayağı zorlandık, hava çok kötüydü. Sabah 07:00 gibi uyandığımda karşı kamaradaki babamla göz göze geldik, ikimiz de aynı anda elimizle "kalk gidelim" işareti yaptık. Halatları topladık, demiri çektik. Bizimkiler de o sırada uyandılar ve yola çıktık, ölü dalgalar peşimizde... 5 bofor, karayel. Ben kendimi pek iyi hissetmiyordum, yattım. Gözümü açtığımda Ada Boğaz' a gelmiştik. Hava çok güzeldi, deniz mükemmelllll...
Yemek yedik, denize girdik. Ablamla Burçak botla keşfe çıktılar. Yani tam bir tatil günü geçirdik. Babamla annem de çok huzurlu, çocuklar gibi mutlu bir gün geçiriyorlardı. Bense biraz ateşlendim ama çok da mühim bir şey değildi.
Saat 16:30 gibi yola çıktık, Bodrum Milta Marina' ya doğru... Acelemiz yoktu. Motoru kapattık, 3-4 bofor havada geniş apaz seyriyle marinaya kadar devam ettik. Marina biraz yoğundu, bizi aldıkları C ponton biraz dar olduğu için salmamız tonozun halatlarına takılmıştı. Yine de palamar botun yardımı ve baş pervanemiz sayesinde yerimize kolaylıkla girebilmiştik.


Akşam hazırlanıp marinadaki balık restoranına gittik. Gülesin&Burçak çiftinin 2. Evlilik Yıl Dönümlerini kutladık. (Nice yıllara :)) Annemle babam alışverişe gittiler, bizse marinanın karşısındaki müthiş dondurmacıda bulduk kendimizi... Özellikle "Big Babool" tadındakine bayıldımmm. Teknede buluştuk sonra. Biraz Fatih Erkoç dinleyip sohbet ettik. Çok yorgunduk. Ben zaten bu gün ateşlenmiştim, 2 haftadır da öksürüyordum... Annemin verdiği ilaçlarla iyice kendimden geçmişim, yatıp uyumuşum.
12.08.2009 sabahı uyandığımızda marinada hava çok sakindi ve sıcaktı. Ablamla Burçak teknenin keyfini çıkarmışlardı ama pazar gününe kadar sürecek tatillerinde daha normal bir şekilde dinlenmek, tatillerini geçirmek istiyorlardı. Şu geçen 2 gün boyunca hava pek iyi olmamıştı. Yarın ve öbür gün de olmayacaktı. Ani bir kararla bavullarını toplayıp bize veda ettiler. Sanki yeni evlenmişler de balayına çıkıyor gibiydiler. Ablam bir hayli hüzünlenmişti ayrılırken... Ama çok da doğru bir karar vermişler. Bunu ablamın ağzından bu blogta okuyacaksınız... :)
Aslında Gökova Körfezi' ne gitmeyi, çatılarda kalıp Sedir Adası' nda denize girip Okluk' ta bir güzel rakı-balık yapmak istiyorlardı ama kısmet işte...
Biz, korkusuz (!) denizciler durgun havayı kaçırmadan yola çıktık. Rüzgar tahminleri 5-7 bofor hava, 3 metre boyunda dalga olduğunu söylüyordu ama marina ağzında hava o kadar da kötü değildi. Biz Gökova turumuzu 2 yıl önce, yine bu zamanlarda yapmıştık. O yüzden rota Knidos'tu !!!
Cenova-motor, yola çıktık. Apaz seyri yapıyorduk. Kos Adası' nın (İstanköy) kanalına girince hava 6 bofor oldu. 3-3,5 metre boyundaki dalgaları iskele vasattan alıyoruz. Fazlasıyla zorlu bir seyir oluyor bizim için. Ara sıra tutunma ihtiyacı hissediyoruz. 7 boforu görüyoruz çok geçmeden, Kos Adası' nın kuytusundan çıktığımız zaman... Dalgalar Gulchin' in boyunda... İlerde, Kos' un korumasından iyice çıktığımızda daha da kötü olacaktı. Annemin bu uyarısı ile babam 90°iskele ile başımızı Gökova Körfezi' ne doğru çevirdi. Arkadan almaya başladık delirmiş gibi uçuşan kuzucukları. Cenova camadanlı, motor yarım yol, dalgaların üzerinde kayarken 10 knot hızı yakalıyoruz. Bu halde bile zorluyor deniz bizi.
Yaklaşık 1 saat sonra "MAY DAY!" çağrısı işitiyoruz telsizden. "Blue Horizon" isimli yelkenli çağrı yapıyor. Kos açıklarında motor arızası sonucu batmakta olan bir tekne olduğunu söylüyor, sesi titrek... Kendilerinin 2 kişiyi kurtardıklarını, 1 kişinin ise kayıp olduğunu söylüyorlar. Ondan sonrası ise çok karışık. Bana bile bir ömür gibi gelen saatler... Çağrıyı ilk Ehl-i Keyif isimli tekne alıyor ve cevaplaıyor. Koordinatları kaydetmek üzere içeriye uçuyorum ben de. 36°54'.1 N - 27°23'.5 E. Babamla hemen chartplotter da yeri tespit ediyoruz. Aramızda 7 deniz mili... Türk Sahil Güvenlik ile görüşülüyor. Antalya Türk Radyo da devrede. Sahil Güvenlik o koordinatların Yunan sularında olduğunu ama yine de yola çıktıklarını belirtiyor. Biz de koordinatlarımızı verip yardım gerekirse sahil güvenliğin de yönlendirmesiyle yardım edeceğimizi anons ediyoruz. Ancak 2 saatte gidebiliriz dalgaları kafadan alarak... Ehli Keyif Yunan Sahil Güv.' e çağrı yapıyor. Telsiz trafiği karışıyor... Stella of the North isimli motor yat olay yerine doğru ilerlediğini bildiriyor. Saadet ve Burakhan isimli ticari gemiler de arama-kurtama çalışmalarına katılıyorlar. Ancak onlar da gittiklerinde teknenin sadece sular altında kalan baş kısmını görebildiklerini söylüyorlar. Saadet isimli gemi su yüzeyinde bir beden gördüklerini söylüyor. Ben sürekli içerdeyim. İçerde durunca genellikle midem bulanırdı, şimdi hiçbir şey hissetmiyordum. 2 saat uzaklıkta insanlar boğuluyordu ama yardım edemiyorduk :( Hava hala berbattı, biz de korunaklı bir yer arıyorduk. Yunan Sahil Güv. de olay yerindeydi. Onlar da arama çalışmalarında 1 personellerini kaybettiklerini bildiriyorlar ama daha sonra o konu ile ilgili bir bilgi alamadım. Ara sıra duyulmayan çağrıları ileterek yardım etmeye çalışıyorum ben de. Sonunda Burakhan isimli ticari gemi cesedi bulup Yunan Sahil Güv.' e teslim ediyordu. 35 yaşlarında, üzerinde şortu olan bir erkek. En son öğreniyoruz ki başka bir ceset daha var. Onu da Yunanlılar bulmuş. Kurtulan 2 kişi de çağrıyı yapan teknedelermiş.
Çok zor saatlerdi, bizim için bile. Denizin şakası yok! Çok tehlikeli aslında. Hiçbir ihmale gelmiyor ama bazen tedbirler bile yetersiz kalıyordu. İnsanın elini kolunu bağlayıveriyor ve doğaya teslim ediyordu çaresizce.
Hala telsizi dinliyordum. Bizimkiler ve Yunanlılar birbirlerie işbirliği için teşekkür ediyorlardı. Türk Arama-Kurtama, Sahil Güvenlik, Türk adyo, çalışmalara katılan Türk gemileriyle konuşup en son bilgileri aldılar. Herkes birbirine "Allah' a emanet olun. Selametle..." diyordu.
Ben de çok harap olmuştum. Hem denizin durumundan ve hastalıktan fiziksel olarak; hem de bu kazadan ve kötü haberlerden sonra duygusal olarak. Havuzlukta biraz kestirdim. Havada hiç durulma yok. Körfezde bile 5-7 bofor, devam ettik yolumuza. Rota Büyük Çatı Koyu.
Bu gün 41 nm yapmışız 6 saatlik unutulmaz zorlu ve moral bozucu yolculukta. Saat 16:30 gibi sakin, huzurlu, sıcacık çatımıza sığındık. Demirimiz zor tuttu. Koltuk aldık sonra da. Çok acıkmıştık. Uyandığımızdan beri bir tostla duruyorduk. Güzel bir yemek yedik. Burda tekneler vardı, telsizleri kapalı ve büyük ihtimalle de herşeyden habersiz. Çok garip... Deniz kocaman, büyük... Bir yerde insanlar boğuluyor, ölüyor; başka bir yerde -hem de o kadar uzakta değil- insanlar şakalaşıp denize giriyorlardı. Hala etkisinden çıkamamıştık. Yemeklerimizi yedik, botla çıkıp körfezin durumuna baktık ve Büyük Çatı' da bir tur attık. Yere düşen objektifim artık pek işe yaramadığı için ve diğer küçük makineyi de ablamlara verdiğim için 70-300 mm' lik objektifle idare etmeye çalışıyordum ama tabii çok da hoş olmuyordu. Küçük kareler yakalayabiliyordum, bütünü es geçmek zorunda kalıyordum.
Güneş batarken denize girdik biz de. Herşeyden haberdar... Deniz suyu çok güzeldi. Koyun içerisinde bulanık ve çırpıntılı olan su burda havuz gibiydi ve gözyaşı kadar berraktı.
Duşlarımızı alıp giyindik. Hava soğuyama başladı. Şu anda ise havuzlukta, yıldızların altında oturuyoruz, şarabımızı yudumluyoruz. Hafiften mum ışığımız var. Körfezden derin derin gelen ince bir dalga ve rüzgar sesi var. Pırpırlayan bayrak sesleri, etraftaki teknelerden gelen çatal-bıçak şıngırtıları ve gülüşmeler... Annemle babam güverteye çıkıyor, ellerinde kadehleriyle. Bana da babam "Al makineni, gel." diyor. Flaşsız gece çekimleri yapıcam. Ya da boşverip mum ışığı ve şarabın tadını çıkarıcam.
13.08.2009 sabahı uyanıp havanın durumuna baktık. Çatımızı terk etmeye niyetimizi yoktu aslında... Ama o kadar da kötü gözükmüyordu denizin durumu. Hemen kahvaltımızı edip hazırlıklarımızı tamamladık, 10:30 gibi yola çıktık.
Kuzeybatı rüzgarıyla cenovayı camadanlı açtık, motora da yarım yol verdik. Hava 4-5 bofor. Dalga yüksekliği çok fazla olmasa da kuzucuklar uçuşuyordu yine. Ben biraz uyumuşum içeride. Çıktığımda dalgalar 3-3,5 metre, hava 6 bofor olmuştu.
Etrafımızda birkaç tekne daha dalgalarla boğuşa boğuşa peşimizden geliyordu. Saat 13:30 gibi kendimizi zor attık Çökertme Koyu' na. Çoğu kişi de öyle yapmıştı herhalde ki koy bir hayli kalabalıktı.
Biz de koyun batı yaksına demirimizi atıp koltuğumuzu aldık. Yemek yedik, biraz uyuduk, güneşlendik, gün batımında denize girdik. Duşlarımızı alıp havuzlukta akşamüstü keyfi yaptık birer kadeh içkiyle ve Cesaria Evora' nın eşliğinde. Güzel, soslu bir makarna yedik. Sonra da rüzgar ve güneş korumalığımızı indirerek yıldızların büyüsüne bıraktık kendimizi. Tek bir kötü yanı vardı, o da koyun çok ağır solugan almasıydı. Sallanmadan 1 dk. bile geçirdiğimizi hatırlamıyorum.
24:00 gibi babam yattı, annem ve bense dışarıdaki keyfi bırakmak istemiyorduk ama gözlerimize de ara ara yenik düşüyorduk. İçeriden yastık ve pikelerimizi getirdim. Bir süreliğine oracıkta kıvrılıp yattık. Üşümeye başlayınca da kendimizi yataklarımıza attık ama uyumak ne mümkün...!
Nasıl anlatsaaaaammm??? Gece teknede şöyle bir atmosfer vardı: üçümüz de sürekli olarak sallanmaktan dolayı tedirgindik. Uykulu gözlerle uyanıyoruz, kafamızı çıkarıp dışarıya bakıyoruz, bir iki söyleniyoruz -ama kendimizde değiliz, ruhlar aleminde gibiyiz- konuştuysak bile birbirimizle karşılaşınca, hatırlamıyoruz. "Offff!" lamalaaarr, "Puffff!" lamalaaarr :)















14.08.2009, sabah 06:30' da çıkış için hazırdık. Körfezde tırışkadan rüzgar ve dalga... Yelken açamadık, hep kafadan... Hedef Milta Marina...
Makul bir saatte rezervasyon için aradık ama yer yok. Hemen rotayı D-Marin' e çevirdik. Saat 12:30' da marinaya girdik. Mazot takviyesi yapıp yerimize bağlandık. Baş pervanemiz, benim manevralarım sonucunda arıza yapmıştı. Aslında sadece şalteri gevşemiş :) Gena Turizm-Charter' dan Tahir Bey sağolsun, hemen yardımcı oldu.
Hava durumunu kontrol ettik, yarınki rotamızı belirlemeye çalışıyorduk. 3 farklı plan vardı. Havanın durumuna göre Didim D-Marin' e ya da Kuşadası Setur Marina ' ya girecektik. Hava bozmazsa Port Alaçatı' yı zorlayacak, yok hava patladı Sığacık' a sığınacaktk. Bir ara "Gece 02:00' de yola çıksak mı?" diye de düşünmedik değil. Gece, sabah saat 09:00' a kadar hava gayet güzeldi. Ama 2 gün önce yaşananlar bizi biraz etkilemişti, gece çıkmamaya karar verdik. Şu anda oturduk kahvelerimizi içyoruz :) Birazdan teknemizi yıkayıp biz de duşlara dağılacağız...
15.08.2009 sabahı saat 06:30' da (biraz geç kalmıştık) marinadan ayrıldık. Hava bulutluydu, Gümüşlük' ün oralara yağmur yağıyordu besbelli.

Dalgalar sanki geceden kalma gibiydi. 2 saat sonra dümdüz, yağ gibi bir denizin üzerindeydik. "Bizdeki şansa bak. 2 sene önce de böyle bir havada D-Marin'den Dalyanköy' e kadar rahaaaatça gitmiştik." dedik. Yüzlerimiz gülüyordu, "Bu gidişle Port Alaçatı' da uyuyacağız bu akşam." dedik.
Dilek Boğazı' na kadar öylece gittik, motorla. Babam uyurken ben 10 knot havada bir kaç cenova denemesi yaptım ama rüzgar kafadan geliyordu ve çok dönüyordu. Ayrıca hava da gittiçe düşüyordu. Dilek Boğazı' nda hava 5 bofora çıktı. Açtık cenovayı kuzeybatı rüzgarıyla. Kuşadası' na girip girmeme konusunda kararsız kalmıştık. Dişimizi biraz daha sıkıp geceyi evimizde, hiç olmazsa marinada geçirmeyi istiyorduk.
Havanın saat 13:00' den sonra iyice patlayacağını biliyorduk ama yine de Kuşadası' nı es geçmeye karar verdik. Boğazı geçtikten sonra hava bir süreliğine 3-4 boforda kaldı ancak saat 13:00'den sonra hiçbir düşüş olmadan 5-6 boforlarda seyrettik. Sığacık' a kadar...
Dalgalar artmış hava da iyice bozmuştu. Neredeyse 5 saat kadar zorlu bir seyirden sonra 18:00 gibi Sığacık Limanı' na girdik. Sığacık marina şu anda yapım aşamasında olduğu için biz de koydaki bir tonoza bağlandık.
Bizimle birlikte Bodrum' dan gelen başka bir yelkenli de hemen yanımızdaki tonoza bağlanmıştı. Aklımıza ilk gelen şey karaya çıkmak oldu.  Anneme, "Toparlan, biz bu gece Çeşme' de, evimizde uyuyacağız!" dedim.
İkimiz de çantalarımıza sadece çok önemli ihtiyaçlarımızı atıp hemen bota bindik. Limandaki restoranların birinde -sallana sallana- bir akşam yemeği yedik ve sonra arabaya atladığımız gibi Çeşme' ye geldik. Çok yorgunduk, o yolu nasıl geldiğimi hatırlamıyorum bile. 

Eve gider gitmez duşlarımızı almıştık. Şansımıza ananem ve teyzemler de dolaşmaya çıkmışlardı. Bizim geleceğimizden haberleri yok. Biz içerdeyiz ama kapıyı açtığımız gibi tekrar kilitledik ve bütün ışıkları da kapattık. Arabayı saklayamayacak kadar yorgundum ama bu bile yeterdi onlara :)))) Zaten ilk önce teyzemin çığlığını duydum sonra da telefonumuz çaldı. Bizi gördüklerine onlar da çok sevindiler, uzun süre sohbet ettik.