hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

29 Ağustos 2008 Cuma

LÜBNAN ' DAN ISRAIL HAIFA ' YA...


04.06.2008 günü, saat 14:00 civarında marinadan çıkıp 90 derecelik bir açıyla 6 mil açığa doğru çıktık. Lübnan'dan İsrail' e gidiş yasak olduğu için Lübana'da zorlu bir toplantı yapmıştık. İsrail'e takma isim takarak... :) Etrafta dolaşırken bile İsrail demeye korkuyorduk. Annem bazen ağzından kaçırdığı zaman korkarak etrafına bakınıyordu :))) Neyse, o gün hava pek yoktu. Çoğunlukla motorla yol aldık. Ara sıra güneybatıdan gelen rüzgarla yelken açıp orsa yapıyorduk, kafadan gelmeye ve yelken de pırpırlamaya başlayınca yelkenleri topluyorduk.
Şunu söylemem gerek ki İsrail seyirlerimizin neredeyse hepsi çok zorlu geçti. Çünkü paranoyanın hakim olduğu İsrail donanması her an peşimizde gibiydi. Zaten uykusuz geçen ve uzun süren bir gece yolculuğu yaparken, İsrail donanmasından bizim komiteye gelen talimatla bir 6 mil daha açığa çıkmak zorunda kaldık. Bize verilen kordinatlar arasında oluşturulan koridorda seyretmek zorundaydık. O İsrail donanmasındaki, sürekli olarak anons yapan kızın sesi hala daha yazarken kulaklarımda çınlıyor. “Israeli Navy is calling any yacht, any motor vessel, any ship in position ........ ......... please come in” Ahhh, ah ne günlerdi onlar... Ara sıra kordinatlarımızı kontrol ediyorduk biz de. Gece boyunca çok yoğun telsiz konuşmalarımız oldu. Uyku durumumuzu yazmama bile gerek yok, uykusuzluktan ölüyorduk! Sabah 06:00 gibi İsrail sularına giriş yaptık. Telsizden giriş yaptığını bildiren her tekneye başka bir kanalda belirli sorular yöneltiliyordu. Soruları cevaplayan ve sırasını savan tekne bir süreliğine rahatlıyordu. Bir süreliğine diyorum çünkü gireceğimiz limana yaklaştığımız zaman da, askeri hücum botları teknenin yanına gelip abuk sabuk (teknenizde silah var mı? uyuşturucu var mı?....) sorular sorup pasaportlarımızı kontrol ediyorlardı. Sakın bu yazdılarımı okuyup EMYR'e katılma niyetinizden vazgeçmeyin. Çünkü bu yazdıklarım keyifsiz şeyler olabilir ama rally o kadar eğlenceli ki, bitirdikten sonra bunlara bile gülüyorsunuz.
Her neyse son 3-4 saat boyunca iyi bir rüzgarla yelken yapabilmiştik. 05.06.2008 sabahı, saat 10:00 civarında limanın önündeydik, 2. grubun tekneleri olarak bekliyorduk ve hava patlamıştı. Biz de askerler tarafından kontrol edildikten sonra Limanın girişindeki, kocaman kocaman yük gemilerinin olduğu bölümde 1,5 saat bekledikten sonra nihayet o dar boğazdan geçip herkesin üst üste bağlandığı o balıkçı barınağında yerimizi almıştık. En son giren tekneler arasındaydık. Çünkü herkes birbirine aborda oluyordu ve büyük tekneler en altta kalmalıydı. Altta kalanın canı çıksın hesabı :)
Bizlere botta David ile yardımcı olan görevliye Türk kahvesi, David' e de soğuk bir bira fırlattıktan sonra giriş işlemlerimizi ve tur rezervasyonlarımızı halletmek üzere tekneden dışarı çıkmamız gerekiyordu. İyi de nasıl? Yaklaşık 17 teknenin üzerinden atladıktan, halatların üzerinden cambazlar gibi yürüdükten sonra karaya inebildik ve sıcağın altında, o sıkıcı işlemleri hallettik.
Aslında bu gün Bahai Bahçeleri' ne yapılacak bir tur vardı, ancak yolda rotamızın değişmesi ve limanın önündeki uzun bekleyiş sırasında vakit kaybettiğimiz için tur iptal olmuştu.
Akşama limanda parti vardı, biz yine parti saatine kadar teknede oturup dinlenmeyi tercih etmiştik. Çaprazımızda bağlı olan Argus teknesi bize seslenerek akşamki partiye bizi joker botlarıyla götürebilceklerini söyledi. Onların bağlandığı yer botlarını suya indirmeye elverişliydi. Biz de memnuniyetle tekliflerini kabul ettik. Saat 7'de Argus'un joker botuyla karşı kıyıya çıkıp parti alanına gittik.











O gece içkiler su gibi aktı. Liman yetkilileri o konuda EMYR katılımcılarına çok cömert davranmışlardı. Açık büfe yemekten sonra plaket töreni ve bayrak seramonisi yapıldı ve pist yine dansçılara bırakıldı. Bir ara annem ve babamı bulamadım. Neyse ki benim orda bir sürü ailem vardı :) Onlarla oturup muhabbet ediyorduk. İçince İngilizcem de daha bir akıcı oluyor hani ;) Bu arada o gece Troll teknesinin son gecesi olduğu için doğum günümde bana hediye ettikleri t-shirt ü giymiştim. İşte bu da benim David abim :)))
Pist hareketlenmeye başladığında elimdeki fotoğraf makinasını kapıp piste yaklaştım. El ele tutuşmuş, insanların arasına dalıp bir sıra halinde dans edenleri kameraya çekiyordum ki ekrandan annemin gelip geçtiğini gördüm. Babam neredeydi Allah bilir :)))
Yine joker botla teknemize bırakıldıktan sonra bu eğlenceli geceyi sonlandırıyoruz...

06.06.2008 sabahı otobüslere binip Galilee bölgesindeki Nasıra olarak bildiğimiz Nazareth' e gittik. Orda Meryem Ana'nın su almaya geldiği kiliseyi ziyaret edip, o suyla yüzümüzü serinlettik. Tavan ve duvarlarda inanılmaz figürler vardı. Rengarenk ve sanki tüm hikayeyi anlatır gibi...
Ordan sonra Nazaret sokaklarında, çarşısında dolaşarak tarihini dinledik.
Yollarda herkes başka yerlere kayboluyordu. Mesela annemi kaybettik bi ara ve nereden çıktı biliyor musunuz? Yüncüden :))) İnanılmaz bişi ya, burda da buldu. Çok da mutlu görünüyordu :)
Bu grafiti de gerçekten enterasandı. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Dar sokaklardan, dükkanların arasından geçtik. Biraz Kemeraltı'na benziyordu buraları. Ve sanki İsrail'de değil de, hala daha Müslüman bir ülkedeydik. Dükkanlarda Arapça müzikler çalınıyor, insanlar aralarında arapça konuşuyordu.
Ve etraf gerçekten çok pisti.
Kasabın önünden geçerken çoğumuzun ağzı
açık kaldı. Bu resimden belli oluyor mu bilmiyorum ama
etlerin üzerinde onlarca sinek vardı.
Ama esnafı çok cana yakın insanlardı. Gezerken çoğuyla konuşuyordum. Türkiye'den geldiğimi duyunca tebessüm edip Türkiye'de gittikleri yerleri anlatıyorlar ve bizi görmekten memnun oldukarını söylüyorlardı.
Nazaret Kilise'sine, Meryem Ana'nın hamileliğini müjdelediği kiliseye gittik. Süperdi, muhteşem bir yerdi. İçerde yapılan bir ayine rastladık o sırada.

Nazaret, Hristiyanlıktaki en önemli hac merkezlerinden birisi. İncillerde Meryem Ana'nın memleketi ve Hz. İsa'nın ise çocukluğunun geçtiği yer olarak bahsediliyor.

Kilisenin arka kapısından çıktıktan sonra bu değişik ev çıkıyor karşıma. Sanki anlatacak çok şeyi var dimi?

Sonra bir süre serbest bırakılıyoruz. Herkes bir yana dağılıyor. Kimi bir dondurma, kimi şapka, kimi hediyelik eşya peşinde :)) Uzun bir süre otobüsleri bekliyoruz.


Sokaklardaki kırtasiyelerde, bakkalarda bizim "Gümüş" ve "Ihlamurlar Altında" dizilerinin sevilen kahramanlarının posterleri asılı. Meğer orda da yayınlanıyormuş bu diziler ve herkes hayranmış onlara. :)))

Otobüsleri nihayet bulduktan ve kaybolanlar da otobüsteki yerlerini aldıktan sonra yolumuza devam ediyoruz.

Daha günün yarısı bile bitmemişti ve biz bir hayli yol yürümüştük ve hava da çok sıcaktı. Burdan sonra bir kiliseye daha gidecektik.
Bu kilise de bir Yunan Ortodoks kilisesi. St. George Kilisesi. Galile bölgesinde ilk mucize bu kilisede gerçekleşmiş ama kapalı olduğu için içeriye giremedik. Bu arada kiliselere girerken omuzlarımızı ve bacaklarımız örtmemiz gerekiyordu. Bunu unutup sabah teknelerinden çıkanlar ise gördüğünüz gibi çeşitli yöntemlerle bu kurala uyuyorlardı :))

Her neyse, otobüslere tekrar binip yemek yiyeceğimiz yere gittik.
Yemekten sonra da St. Peter Kilisesi'ne... Galilee denizinin kenarında. St. Peter'in balıkçılık yaparak hayatını sürdüğü yer... Hz. İsa'nın ayak bastığı kutsal topraklar...



Sonrasında da “The Town of Jesus”' a, Hz. İsa'nın şehrine gidiyoruz. Kalıntılar hala daha duruyor ve özenle korunuyor.
Son olarak ise Golan Tepeleri'ne gidiyoruz. Bölgedeki stratejik önemi herkes tarafından bilinen o yere... İsrail ve Suriye arasında tartışma konusu olan ve hatta Türkiye'nin bile uzlaşma için aracılık yapmaya çalıştığı Golan Tepeleri'ne... Tepeler, İsrail, Lüban, Ürdün ve Suriye ile komşu ve zengin su kaynakları ile tanınıyor.
Ama biz herşeyden önce dondurmalara ve soğuk içeceklere saldırıyoruz. Uzun bir kuyruk oluşuyor ve sonra manzaraya karşı serinlemeye ve dinlenmeye çalışıyoruz. Yorucu, sıcak ve uzun bir gün geçirmiştik.
Limana dönüş saatimiz gelmişti. Bu sefer tekneye gitmek için kestirme bir yol bulmuştuk ve artık 5 tekne üzerinden atlıyorduk. :) O gece teknede yedik yemeğimizi rahat rahat, sonra içkilerimzi koyduk ve biraz sohbet ettik. Hava çok esiyordu, Emyr teknelerinin süs bayrakları pırpır uçuşuyordu, yelken direkleri rüzgardan uğulduyordu ve gökyüzü kızıla çalıyordu. Ön tarafta biraz müzik dinledim sırt üstü yatıp gökyüzünü izlerken. Uykulu gözlerimle savaşmadan yatağıma gittim sonra ve annem ile babam gibi ben de mışıl mışıl uykuya daldım.
07.06.2008 sabahı tura gitmedik. VHF'deki sabah net inde çok sevdiğimiz Troll teknesinin ve birkaç teknenin daha burda bizlere veda edeceğini, hatta belki Nanette'in bile bizimle birlikte Ashkelon'a gelmeyeceğini duyduk. Burdan Herzilya'ya gidip bizimle final yemeğinde tekrar birlikte olacaklardı. Çünkü Debbie artık çok yorulmuştu. Üzülsek de onlar için daha iyi olacağını biliyorduk.
Neyse, yine teknelerin üstünden atlayarak süpermarkete gidiyoruz. Liman görevlisinin arabasıyla bırakılıyoruz ve limanın bizlere sağladığı otobüs ile geri dönüyoruz. Yolda giderken arabanın içinden bu soldaki görüntüyü zor da olsa yakalayabildim.

Annem doğal olarak markette kendini kaybediyor. Gördüğümüz ve sevdiğimiz herşeyi almak istiyoruz ama dönüşte yine 5 teknenin üstünden atlayacağımızı düşünüp bazılarını diğerlerine tercih etmek zorunda kalıyoruz.
Döndüğümüzde Troll teknesine veda etmeye ve onlara Gulchin şapkasından hediye etmeye gittim. Ordan sonra Nanette'in tam olarak ne yapacğını öğrenmek için yine iplerin üstünde cambazlık yaparak Nanette'i buluyorum ve Debbie ile biraz laflıyorum. Bizimle gelmiyorlar ama yine görüşüceğimizin verdiği rahatlıkla kolayca veda edip onlara babamla grup yoplantının yapılacağı yerde buluşuyorum.
Rüzgar sesinin eşiliğnde toplantımızı yapıyoruz. Herkesin en merak ettiği konu tabi ki de hava durumu ve yola çıkılıp çıkılmayacağı... Batı, güneybatı yönünden 11-18 knot rüzgar vardı. Gün içinde batı ve kuzeybatıya dönecek ve şiddeti azalacaktı.
Çıkma kararı verilmişti komite tarafından ama bazı tekneler limanda kalma özgürlüklerini kullanıyorlardı. Biz de bu konuyu kendi aramızda tartışsak da sonunda çıkmaya karar vermiştik. Saat 17:00'de limandan ayrılıyoruz ve çıkar çıkmaz yelkenleri basıyoruz... Bu resmi de diğer yazımı merak edin diye koyuyorum :)))

4 Ağustos 2008 Pazartesi

LÜBNAN ...

01.06.2008
Lübnan!!!
Lübnan gerçekten süperdi. Rally nin en unutulmaz ayaklarından birisiydi bizim için. Zaten marinanın girişinde bile böyle olabileceğini tahmin etmiştik.

Ancak korkularımız da vardı tabii ki. Daha 1 hafta önce Beyrut sokaklarında çıkan çatışmalarda 200 kişinin üstünde ölü olduğunu duymuştuk. :(
Komite sürekli gelen bilgileri değerlendirip, güvenli olup olmayacağı hakkında karar vermeye çalışıyordu. Ancak yola çıkmadan Lübnan'dan olumlu yanıt almışlardı. Sokaklar tekrar hükümet kontrolüne girmiş. Hükümet ve Hizbullah anlaşmış. Neyse...

Bütün yol boyunca motorla gelmek zorunda kalmıştık ve neredeyse rallynin en sakin havasıydı. Ancak son 2 - 3 saat motorumuzu da kapatıp güzel bir yelken yapabilmiştik. Bu resimde görmüş olduğunuz yelkenli ise komite teknemiz IBIS II. Hasan Kaçmaz' a ait...
Marinaya vardığımızda, Emyr tekneleri için ayrılan iskeleye bordaladık. Kısa zamanda 1., 2. ve 3. grup tekneleri yerlerine bağlanmışlardı. Geri kalan teknelerse Beyrut'taki marinaya gitmek zorundalardı.
Hava aşırı sıcaktı, hemen biralarımzı açıp serinlemeye çalıştık. Bu rally nin tadı içmeden çıkmıyor dedik ve devam ettik. :)

Sonra mayolarımızı giyip havlularımızı astık omuzlarımıza ve kendimizi olimpik havuzun ılık sularına attık. O kadar iyi gelmişti ki... Uzun zamandan beri ilk defa yüzümüz, gözümüz tuzlu tuzlu, kavuran güneşin altında uzandık. Yemeğimizi yedik.



Çoook keyifli bir duş sefasından sonra otobüse atlayıp Beyrut'a gittik. Sokaklarda hem savaştan izler vardı hem de eser yoktu. Çok garipti...
Amaaşırı gösterişli bir şehir. Sokaklar, binalar muhteşem... Renkli, hareketli bir şehir. Savaşın izlerini silebilmek için yeni, modern binalar, dükkanlar yapmışlar. Süper de olmuş. Hatta bir an için annemle, ertesi günkü turu iptal edip alışveriş için Beyrut'a mı insek diye de düşünmedik değil. :)




Burası Beyrut'un meydanı. Gençler sokaklarda... Cafeler, restoranlar tıka basa dolu. Cami ve kiliseler iç içe burda da. İzmir'i hatırlatıyor bize.

Sokaklarda yürürken karşılaştığımız birkaç Emyr ailesiyle şehrin merkezine gidip dondurmalarımızı yedik.

Artık çok yorulmuştuk. Dönüş yolunda, otobüste herkesin (benim bile) başı önüne düşüyordu uykusuzluktan ve yarın yine tur vardı...
02.06.2008 sabahı uyanıp otobüslere binip tekrar yollara düştük. İlk durağımız Jeita Grotto mağralarıydı.

Jeita Mağarası Beyrut’a 18 km. uzaklıkta. Dünyanın en büyük kireçtaşı mağaralarından biri... Mağaralara girmeden önce ufak bir tanıtım filmi ile tanıtılıyor bu doğa harikası sonra kameraları dolaplara kilitleyip :( içeriye giriyoruz. Girer girmez nefesiniz kesiliyor. Sanki bir çift sihirli el o sarkıt ve dikitleri özenle, bir sanat eseri yaratıyormuşçasına birbiri üstüne koymuş, şekil vermiş...
İki kısımdan oluşan mağaranın ilk kısmı (aşağı mağara) 1836 yılında rastlantı eseri bulunmuş. İçinden bir yeraltı nehri geçen mağarada hayal gibi, küçük bir tekne gezisi yapılıyor. Bir de mağaranın 1958 yılında keşfedilen başka bir kısmı var (yukarı mağara) Işık düzenlemesi muhteşem. Sarkıt ve dikitlerin yanından geçip ışık huzmelerinin içine dalıyor ve hayalgücünüze yetişmeye çabalıyorsunuz. Ben dikitlerden oluşmuş, oturan bir adam bile gördüm. Benim için tek eksik müzik... Hem akustiği de güzelmiş, ara sıra konserler bile düzenleniyormuş...

jeita grotto | izlesene.com


Aşağı mağaraya girerken uyanıklık edip kamerayı sokuyorum ve ufak bir film kaydediyorum. Ta ki bottaki görevli beni yakalayana kadar... Hemen en şirin halimi takınıp gülümsüyorum ve kamerayı cebime sokuyorum :)))
Sonra otobüslere atlayıp 7000 yıllık geçmişi olan, bir deniz kenarı, bir balıkçı şehrine misafir oluyoruz. Byblos... Lübnan'ın Beyrut kentinin kuzeyinde yer alan antik bir Fenike liman kenti. Onlarca uygarlık gelmiş, geçmiş. Her bir tabakada başka bir uygarlığın izleri var.



Byblos'tan çıkıp çarşıyı dolaşıyoruz, sokaklara dalıp adım adım keşfediyoruz. Ara sıra duraklayıp şakalaşıyoruz...
Turlarda herkes, ne zaman kaybolduğu hissine kapılsa kalabılığı takip ediyordu. Biz de çarşıda her zamanki gibi fazla oyalanınca rehberi kaybetmiş ve kalabığın peşine takılmıştık. Arkadan gelenler ise bizim bildiğimizi sanarak bizim peşimize... :) Neyse, doğru yoldaydık...

Byblos limanın önünden geçerken bir genç kız görüdüm. Çok üzgün görünüyordu, çekmeyecektim onu ama o da hüznüne inat o kadar güzel bir poz vermişti ki bilmeden, onu da anılarıma eklemeden geçemedim yanından...



Acıkınca da Byblos limanına nazır, çok güzel bir restoranda yemek yiyoruz. Yemeklerin hepsi enfesti. Manzara da öyle... Yani kısacası keyfimiz yerindeydi. Tıka basa yiyip biralarımızı da içtikten sonra herkesin, her zamanki gibi otobüste uyuyacağına emindim...

Neyse ki yolumuz pek uzun değildi.
Ve son durağımız olan Harissa'ya doğru yola çıkıyoruz. Lübnan' a tepeden bakan Meryem Ana'ya... Rio de Jenerio'daki Hz. İsa gibi, Meryem Ana da şehri izliyor huzur dolu bir sessizlikle...


Biz de merdivenleri tırmanıyoruz büyük bir sabırla ve Lübnan'ı izliyoruz bir süre. ATCL Marina'yı ve orda duran süslü, heyecanlı Emyr teknelerini yakalıyor gözlerimiz ister istemez.
En sonunda marinaya dönüyoruz.


Veee ilk defa akşam rahatça teknemizde oturup yemeğimizi yiyor, üstüne içkilerimizi içip TSM dinliyor ve hepbir ağızdan söylüyoruz... Sonra diyoruz ki, tahmin edebilir miydik hem bu kadar eğlenip hem de bu kadar beklenmedik zorlukla karşılaşacağımızı... Rally ye katılmadan önce, babamın Turgut amcadan dinlediklerini, Hasan abinin attığı tavsiye mailllerini daha şimdi anlayabiliyorduk.


03.06.2008 sabahı Baalbeck 'e gidiyoruz. Lübnan'ın doğusunda yer alan Baalbeck'in güney girişinde tapınakların yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı bir maden bulunuyor. Bu bölgede dünyadaki en büyük taş yontularından biri sayılan, neredeyse 2000 yaşındaki anıt görülebiliyor. "Hamile Kadın Taşı" diye adlandırılan bu devasa anıt, 21.5 metre yüksekliğinde, tahmini 1000 ton ağırlığında.
Bugün Lübnan'ın sınırları içinde bulunan Baalbeck kenti, Roma döneminden kalma görkemli ve şaşırtıcı kalıntılarla tanınıyor. Milattan Önce 331 yılında Yunanlılar tarafından ele geçirildiğinde, göz kamaştırıcı bir Finike kenti olan Baalbeck, iklimi ve verimli topraklarıyla zenginliğe ulaşmış. Yunan komutanları bu güzel kente Heliopolis (Güneşin Kenti) adını vermişler. Baalbeck, Milattan Önce 16. yüzyılda Romalılılar'ın eline geçmiş ve üç yüz yıl boyunca Romalılar'ın gözbebeği olarak kalmış. Kentin akropolisine üç devasa tapınak, üç avluyu çevreleyen geniş sur duvarları inşaa edilmiş.
Bu üç devasa tapınaktan en etkileyicisi muhakkak Jupiter Tapınağı. Baküs ve Venüs tapınaklarını da ziyaret ediyoruz. Onların yanında mini minnacık kalıyoruz. :) Her bir taşın, her bir işlemenin hikayesini dinliyoruz. O kolonları kaç bin köle, nasıl ayağa kaldırdı, hayal etmekte güçlük çekiyoruz.


Ordan sonra Hizbullah'ın bölgesinden geçerek yemek yiyeceğimiz yere ulaşıyoruz. Yolda barikat kurulmuş alanlarda, ellerinde silahlar, Hizbullah'ın askerleriyle gözgöze geliyoruz ara sıra...
Yemek için büyükçe bir restorana gidiyoruz. Masaları donatmışlar. Herkes yan yana, sanki bir festival gibi yiyip içip gülüşüyoruz. Sağdaki muhteşem çiftimiz Big Easy'den Jesus ve Dorohty.

Yemekten sonra Anjar'ın önünden geçip şarap tadım evine doğru yola çıkıyoruz. Anjar'ın fotoğraflarını anca otobüsten çekebiliyoruz... Ve yol kenarlarındaki bedevi çadırlarını yakalıyorum rastgele. Kitaplardan okuduğum, filmlerden gördüğüm bedevilerin yaşamlarına şahit oluyordum sık sık 1 saniyeliğine bile olsa. Ara sıra çocuklar çadırların önünde oyun oynarlarken birbirimizi görüp el sallaşıyorduk sessizce...







Şarap tadım evinde ilk önce serin mahsende gezdirliyoruz sonra da kafaları çekiyoruz beyaz, pembe ve kırmızı şaraplarla :)
Marinaya döndüğümüzde yine çok yorgunduk, fakat akşam rally yemeği vardı. Duşlarımızı alıp, önce babamla toplantıya gidiyoruz. Şifreli ve zorlu bir toplantıdan sonra (çünkü İsrail'e gidiyoruz) hazırlanıp yemeğe gidiyoruz...
Rally boyunca en eğlenceli geçen yemekti neredeyse.... Türk Bayrağı bizdeydi, babam konuşmasını yaptı, plaketler verildi ve eğlence başladı...

Gece boyunca sürprizler bitmedi... Dansçı kızların muhteşem gösterileri ve Lübnan'lı güzel bir bayanın şarkılarıyla coştuk. Dans pisti yine doldu taştı. Halay mı çekmedik, oryantal mı oynamadık... Annem ve Debbie yine her zamanki gibi "Çok güzel olmuşsun, hayır sen çok güzel olmuşsun" sohbetlerine başlıyorlar :) Bu arada Masamız da çok eğlenceliydi :) Teknelerimize dönerken bile yolda durup durup gülüşüyorduk... He bu arada, gecenin en yakışıklı erkeğiyle de ben dans ettim ;)
04.06.2008 sabahı kahvaltıdan sonra güçlü bir internet bağlantısı yakalama ümidiyle havuz kenarına gittim. Birkaç blog yazısı ekledikten sonra annem ve babam da geldi, yine web cam de ablamla hasret giderdik. :))) Çıkış saatimiz 13:00-13:30 arasıydı. Mazot iskelesine bağlanıp ofisten çıkış işlemlerimizi yaptırdık, 45 lt'lik mazot takviyesi yaptıktan sonra Haifa'ya rota tuttuk...