hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

7 Temmuz 2009 Salı

FRANSA... ANNECY VE KARLI MONT BLANC TEPELERI :)


28.10.2008 günü, İstanbul aktarmalı olarak Lyon, Saint Ecupery Havaalanına öğlen saatlerinde iniş yaptık. Hava kapalı ve yağmurluydu. Groupe Seb ile olan toplantımıza geç kalmamak için hemen araba kiralayıp yola çıkmamız gerekiyordu. Araba kiralama faslımız biraz uzun sürdü. Çok mu şey istiyorduk ki... Navigasyonu olsun, Fransa ve İtalya haritası olsun ve ayrıca aynı araç ile Fransa'dan İtalya'ya geçiş yapıp aracı İtalya Avis'e teslim edebilelim... Bence hiç de çok değil... :)

Bu özelliklere sahip bulabildiğimiz tek araç Citroen C3 oldu. Rota Ecully, Groupe Seb.
Yaklaşık 3 saatlik bir toplantı sonucunda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Yaklaşık 22:30'da otelimiz Des Alpes' teydik. Çok acıkmıştık. Kendimizi ıslak ve soğuk sokaklara attık. Otelden, civardaki güzel restoranlarla ilgili bilgiyi de almıştık. Elimizde haritamız, yolda ona buna soru soruyorduk. Sonunda pes ettik ve bulduğumuz bir yere oturalım dedik. Meğer bulduğumuz yer tam da aradığımız restoranmış :)))
Saat 23:30 olmuştu, şarabımızı ve oranın meşhur peynirli fondüsünü söyledik. Saat 00:30 gibi otelimizdeydik... Yorucu bir gün olmuştu. Yarın boş günümüzdü. Babamın çok severek anlattığı yerlere gidecektik ertesi gün ve gece yarısını geçmeden, Citroen'imz balkabağına dönüşmeden İtalya'daki otelimizde olmamız gerkiyordu.

29.10.2008 sabahı 10:30 gibi kahvaltıya iniyoruz. Boş günümüzün tadını çıkarıp kahvaltımızı uzun tutuyoruz. Otel civarında fotoğraf turu yapıyoruz.Çıkışımızı yaptıktan sonra da Annecy' nin büyüsüne kendimizi kaptırmaya gidiyoruz gönüllü olarak...


Annecy Fransa' nın güneyinde, Savoie bölgesinin başkenti konumunda olan, sokaklarının eski zaman tablolarını andırdığı, kışın bile pencerelerinden rengarenk çiçeklerin sarktığı, suların şırıl şırıl aktığı, kuğuların güzellikleriye göz kamaştırdığı, kocaman bir dağ gölünün kıyısına kurulma şerefine nail olmuş rüya gibi bir şehir...




Labirentleri andıran daracık, kemerli sokakları tarihi soluyor her nefesinde. Sıra sıra dükkanlar... Kitapçılar, şarapçılar, peynirciler, şarküteriler, çikolatacılar, hediyelik eşya satanlar.... Küçük, romantik restoranlar... Fransa'nın Venedik' i diyebiliriz. Sevimli bir Avrupa şehrinin tam kalbindeyiz işte...




Ara sıra kaybediyoruz birbirimizi. Kilisenin çanları çalıyor yakınlarda bir yerlerde... Ortaçağ filmlerindeyiz sanki. Zaten karşımızda da bütün heybetiyle bir Ortaçağ Hapishanesi... Palais de L'Isle... Şimdilerde Fransa'nın en çok fotoğrafı çekilen müzesi ünvanını taşıyor.



Bu şehirde ne ararsanız var... Tarihin gizemi, doğanın dinginliği, lüksün cazibesi... Şehir, Fransa, İtalya, İsviçre sınırına çok yakın. 3 ülkenin de kültürünü barındırıyor içinde. Mimarisiyle İtalya, düzeniyle İsviçre, yaşam tarzı ve lezzet konusunda ise tam bir Fransız.
Saat 19:30 gibi Annecy' yi, bir daha görmek umuduyla terk ediyoruz...
İtalya'ya doğru zorlu bir yolculuğun bizi beklediğini bilmeden...

Da Da Da Daaaaaam!!!!

Babam ehliyeti kaptırdığı için arabayı ablamla dönüşümlü olarak kullanıyorduk. Annecy'den ayrılırken ben geçmiştim direksiyona. İtalya sınırına doğru Tom Tom'umuzun yardımıyla ilerliyorduk. Yavaş yavaş Mont Blanc' a tırmanıyorduk, kar başlamıştı. Aslında bastırmıştı demek daha doğru olabilir. Ben İzmir'de yaşıyorum. Daha önce karda da hiç araba kullanmamışım... Mont Blanc' ın yüksekliği 4.792 metre. Alplerin ve Avrupa'nın en yüksek dağı... Biz kaç metredeyiz Allah bilir... Mavi Citroen'imle ağarlaşan yolda, 1. vites, 2. vites, kıç ata ata ilerliyorum. Gözlerim yolda, ellerim buz kesmiş, içimden bildiğim duaları mırıldanıyorum... Tam o sırada karşı şeritten geçen bir tırın etkisiyle yoldaki karlar camıma sıçrıyor. Bir süreliğine görüşüm kesiliyor, kalbim küt küt beynimde atıyor :))) Abartıyorum belki de ama gerçekten ilk defa karda araba kullanıyorum ve düşünün ki Avrupa'nın en yüksek dağının üzerindeyim :)))) Bi de gurbetteyiz ya...

Ablamın elinde kamera, "Aslanım beee!" diyerek kayıtta. Önceden, önümden giden arabaların lastik izlerinden gidebiliyordum. Bir bakıma daha kolaydı. Dağa tırmandıkça kar yağışı artmış, yol iyice karla kaplanmıştı. Trafik yavaşlamış, hatta durma noktasına gelmişti. "Baba!" dedim, "Ehliyetin var ya da yok, ben durduğum anda yer değiştiriyoruz!" Yokuştayız. Dursam duramıyorum, ilerlesem onda da pek becerikli sayılmam... Sonunda besmeleyle frene bastım yavaşça, el frenine asılmışım o can havliyle... Hemen operasyonu gerçekleştirdik ve yılların usta direksiyonu durumu ele aldı.
Yaklaşık 1 saat kadar trafik kapandı. Biz de öyle bir yerde durmuşuz ki tam virajın göbeği... Karşı şeritten tır geçiyor, nerdeyse sağ arka kapıyı da alacak... Çok şükür yol çalışmaları yapılıyor ve trafik güvenli bir şekilde akmaya devam ediyor.
12 km'lik Mont Cenis Tüneli imdadımıza yetişerek bizi İtalya'ya sağ salim ulaştırıyor.
Sanırım 01:00 gibi Lecco'daki otelimize yerleştik. Bi de üstüne lastik patlamasın mı... Ne geceydi ama...! :)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

LUTRA EKIBI ILE KUSADASI' NDA BIR GÜN...


Lutra Ekibi ile Finike' de ayrıldıktan sonra bir daha görüşme fırsatımız olmamıştı. Claartje ve Thijs, yazlarını Türkiye ve Yunanistan sularında geçirdiler. Hollanda'ya, evlerine dönmeden bir gün önce onlarla Kuşadası'nda buluşma fırsatı yakaladık. 19.10.2008 günü atladık arabamıza ve onları Kuşadası Setur Marina'dan aldıktan sonra Değirmen Restoran' a gittik. Çaylarımızı içip önce biraz doğa yürüyüşü yaptık.


Şunu söylemeliyim ki çocuklu aileler için ideal bir yer. Fazla kalabalık değil, çocukların güvenli ve eğlenceli vakit geçirebileceği, doğal bir yer.







Neyse, çok geçmeden yemek için masamıza geçtik. Yazın neler yaptığımızdan bahsettik. Rastlaştığımız Rally tekneleri hakkında konuştuk, rally anılarımızı tazeledik. Gelecek yılkı planlarımızı paylaştık. Gün, nasıl geçtiğini anlamadan sona eriyordu yavaş yavaş... Yarın yola çıkacaklardı ve son hazırlıkları yapmaları için karanlığa kalmadan onları marinalarına bıraktk. 15 dakikalık vedalaşma töreni :) ardından bir kez daha onlardan ayrıldık.
EMYR' in bize kazandırdığı çok şey vardı... Denizcilik tecrübesi, Tarihi yer bilgisi ve tabi ki Dostluk!