hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

22 Temmuz 2008 Salı

ISKENDERUN'DAN SURIYE'YE... HOSÇAKAL TÜRKIYE...

Gece 24:00'te İskenderun'dan ikinci kez ayrıldık.
Dalgalar ve rüzgar durmuştu. Ancak yine torbalar yüzünden körfezden çıkışımız uzun sürdü. Annem sancakta ben başta elimizde fenerler, ağzımızda düdük...
Yelkenleri de hızlanmamıza yardımcı olması için açtık. Ancak çok fazla hava olmadığı için torbaları atlattıktan sonra motoru da çalıştırıp Suriye'ye kadar öylece devam ettik.
Marinada yine bizim kıç demirimiz olmadığı için baştan demir atıp kıçtan kara bağlandık. Önümüze de kıçtan demir atabilen tekneler yanaşıyordu ve klasik EMYR tablosu böylelikle tamamlanıyordu.
Hemen giriş işlemlerini tamamlayıp teknede uzun süre dinlendik. Akşamüstü duşlarımızı alıp yemek için hazırlandık. Marinanın hemen arkasındaki canlı müzik olan restoranda toplandık. Yorgun olmamıza rağmen gecenin sonuna kadar oturduk. Sami Kaptan, Hasan abi, David ve Lulu ile sohbet başlayınca ayrılmak gerçekten de zor oluyor.


Ayrıca bize nargile ısmarlamayı da ihmal etmedi Sami Kaptan. Yanımızda Artemis teknesinden Michael da vardı, nargileyi ilk defa deniyordu. Onun da masadan kalkması zor oldu :)

28.05.2008 sabahı bavullarımızı aldık ve İngilizce otobüsünde zor da olsa yer bularak turumuza başladık.
Yaklaşık 164 km sonra Crac des Chevaliers' teydik.
Gittiğimiz yerlerin tarihlerini belki dönüşte ekleyebilirim ama rallideyken inanın uykuya bile vakit olmuyor. Şu anda bunları da Mısır'daki ilk boş günümüzde yazabiliyorum.







Neyse, sonra 205 km :( daha giderek Palmyra'ya vardık. Gerçekten görülmesi gereken bir yer. Çölün ortasında muhteşem bir antik şehir. Yalnız ondan önce kapısında arap ezgileriyle karşılandığımız uzunlamasına bir tentenin altında yemek yemeğe gittik.Yemekler baharatlı ve lezzetliydi ama yine de dikkatli olmamız gerekiyordu.














Sonra Palmyra'yı gezdik. Aşağı yukarı 1 buçuk saat sürdü, belki daha da fazla... Annemin ayakları sıcaktan şişti ve turun sonlarına doğru yürümeyi bırakıp gölgeliklerden bize gözleriyle katıldı. Hava aşırı sıcaktı...

Palmira,kervanların geçiş güzergahında bulunan, Roma İmparatorluğu kontrolündeki bir şehirmiş. Bazı kaynaklar M.Ö. 19. yy'a dayandığını bile söylüyor Palmira'nın. Ancak Palmira'da sadece Roma kültüründen değil, İran kültüründen de izler görebiliyorsunuz.













Otobüslere tekrar doluşup Damascus'a, Ebla Cham oteline gittik. Bir 350 km de orası tuttu. Otele vardığımızda saat 20:15 idi ve akşam yemeği için otobüsler 20:30'da kalkacaktı.
Hiç düşünmeden yemekten vazgeçip kendimizi odalarımıza attık. Resmen yatağın üstünde mutluluktan zıpladım. Abartmıyorum!!! Türkiye'deki 5 yıldızlı otellerle alakası yoktu ama yine de o kocaman oda, yatak ve banyo bizi o kadar mutlu etmişti ki :) Neredeyse 1 ay olmuştu ve ilk defa rahat bir duş alıyorduk.
Annemlerle buluşup otelin restoranına indik. 5-6 masa bizdendi. Yarım saat sonra David gelip yemeğe gelmemekle hiçbirşey kaçırmadığımızı söyledi. Kaçırsak da öenmli değildi, çok yorgunduk.
Odaya çıktıktan yarım saat sonra o kocaman yatakta mışıl mışıl uykuya dalmışım...

29.05.2008 sabahı kahvaltımızı yaptıktan sonra, saat 08:00'de otelden ayrılıp Şam'a (Damascus) gittik. İhtişamlı kral mezarlarının, mozaiklerin ve Ugarit alfabesinin (dünyadaki ilk alfabe) bulunduğu National Museum'a gittik. Ama içeride fotoğraf çekmek yasaktı ;)
Sonra meşhur Hamidiyah Çarşısı'na...
Suriye'de çok fazla çarşaflı gördük. Ayrıca sokaklar inanılmaz kirli. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Trafikte şerit yok, karambole gidiliyor. Ama aynı günün akşamına, Suriye'de çok farklı bir kesimin de olduğunu öğrenecektim.
Hamidiyah çarşısının sonunda büyüleyici bir camii var. Omayyad Camii. İnanılmaz bir yer.



Müslümanların, M.S. 636 yılında Şam'a girmesinden sonra bazilikanın doğu kanadı camiye çevrilirken, batı kanadının Hristiyanlar tarafından tapınma mekanı olarak kullanılmaya devam edilmesine müsaade edilmiş, 70 yıl boyunca. Fakat sonunda Şam'ın İslam Dünyası'nın başkenti olmasıyla, Halife Halid ibn al-Walid, "kendisinden önce ve sonra hiç kimse tarafından tasarlanmamış" bir camiye dönüştürülmesi emrini verince, Hristiyanlar kapı dışarı edilirken, 10 yıl boyunca 1000'den fazla taş ustası ve sanatçının emeği ile yeni cami ortaya çıkarılmış.





Saat 13:30 olmuş ve sıra karnımızı doyurmaya gelmişti. Yerin biraz altında, Omayyad Palace adındaki bir restorana gittik. Buranın kültürüne özgü, değişik bir atmosferi vardı.


Ordan sonra St. Anania's House'a gidip İncil'den ayetler dinledik ve otobüslere binme saatine kadar sıcak Suriye sokaklarında dolandık. Hatta restoran diye kapıdan içeri elimizi kolumuzu sallaya sallaya giçeri girip koltuklara oturduğumuz bir yerin ev olduğunu öğrendik 15 dk. Sonra :) Ama inanılmaz güzel değil mi?...
Pınar ablacım, fotoğraf senin için :)
Sonra doğru Lazkiye Marina'ya....
Saat 20:30'da anca varabilmiştik. Günümüzün yarısından çoğu otobüste geçmişti.
Gulchin'e varır varmaz Hasan abi gelip saat 09:00 gibi Slow Dancer'da, Lazkiye'nin Türk konsülünün de geleceği bir Türk gecesi yapılacağını haber verdi. Apar topar yemeğimizi yiyip Slow Dancer' a misafir olduk. Konsolos Nezih Bey ailesi ile birlikte gelmişti. Teknede 14 kişiydik :) Belki bu küçük mekanın da sağladığı bir yakınlaşmayla, neredeyse 1 saat bile geçmeden sanki yıllardır tanışan dostlar gibi olduk. Kızları Semiha ile konuşunca anladım ki Suriye'nin iki farklı yüzü var. Çok modern görüşlü bir aile. Ertesi gece için yemeğe davet edildik. Bu gece bize yorgunluğumuzu unutturmuştu.

30.05.2008 sabahı yine 08:00'de yola çıkıp Halep'e gittik. Citadel'i gezdik.



Sonra süper güzel, serin bir yerde, ud eşliğinde yemek yedik. Yemek çıkışı Jesus & Ben :)

Yemekten çıktıktan sonra Hama'daki su değirmenlerine uğradık.



Orda karşılaştığım Suriyeli bir aile ile muhabbet edip o güzel iki kızın fotoğrafını çekebilmek için izin istedim. Çok tatlılardı...


Veee tekrar marina.... Saat 09:00'da Nezih Bey'in oğlu Cemil Bey bizi marinadan almaya gelecekti. Saat 08:15'te, yorgun bir şekilde marinaya vardık.
Hasan abi benden ufak bir yardım rica etmişti. Daha duş almam gerekiyordu ve ayrıca skipper's meeting vardı.
Annem ve babam hazırlanıp gittiler. Hasan abiyle ben de işlerimiz bitince Sami Kaptan'ın “vosvosu” ile Nezih Bey'lere gittik. Sema Hanım masayı birçok lezzetli yemekle donatmıştı.
Çok keyifli bir akşam geçirdikten sonra Nezih Bey bizi kendi arabasıyla marinaya bıraktı. Misafirperverlikleri gerçekten inanılmazdı. İnşallah bir gün biz de onları İzmir'de ağırlayabiliriz.
31.05.2008 sabahı tura gitmekten vazgeçtik. Bu gün yola çıkılacaktı ve biz daha hiç dinlenememiştik. Babam n'olur n'olmaz diye 40 lt kadar mazot alıp depoyu doldurdu. Çıkış işlemlerimizi halledip marinadan 16:00'da ayrıldık.