hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

29 Kasım 2009 Pazar

AMSTERDAM... Renkli Isıklar Sehri...




Renkli ışıklar şehri Amsterdam...

17. yüzyıldan kalma muhteşem evleri, kanalları ile Kuzey' in Venedik' i ünvanını hak eden şehir...


Bisikletlere olan aşkımı feci derecede kabartan şehir...
Kentte 500 bin bisikletin yollarda olduğu söyleniyor ve gerçekten bu şehre çok yakışıyorlar.

Muhakkak görülmesi gereken müzelerle dolu... Tiyatro ve konser salonları şehrin en güzel yerlerinde...

Kanal turu...
Mutlaka yapmalısınız!


Hem gündüz; sarı, kırmızı, mavi, yeşil, kahverengi, tüm renklerin birbirine karıştığı Van Gogh tabloları gibi...
Hem de gece; kanal boyunca uzanan köprü ve tarihi binaların, eski zamandan kalma en güzel anılarını ışık saçarak suda sessizce, bizlerden habersizce yaşadığı saatlerde...
Kanal turunu mutlaka yapmalısınız!


Dam Meydanı... Meydanın batı ucunda Kraliyet Sarayı, bir diğer ucunda Yeni Kilise ve Madame Tussaud's Müzesi, diğer ucunda ise ihtişamlı Hotel Krasnapolsky...
Orda bulunma sebebimize gelirsek... "Bodrum Yacht Show Bahane, Hisarönü Şahane" deki mantığa benzer bir durum söz konusu. :)

Hollanda' nın Amsterdam şehrinde her yıl düzenlenen, Avrupa' daki en büyük Denizcilik Ekipmanları Fuarı olan METS' e, Mutlu Marine firması olarak katılıyor olmamız.

Fuar 17-19 Kasım tarihleri arasında düzenleniyor.

Annemi de bu iş seyahatlerine davet ediyoruz ki fuarlar sayesinde gezelim-görelim organizasyonları yapabilelim. Tabi annemin tekifimizi kabul etmesindeki diğer etken ise EMYR' de tanışıp dostluğumuzu rally sonrasında da sürdüğümüz Claartje ve Thijs ile, bu sefer de onların ülkesinde buluşabilmek.




16 Kasım' da RAI Kongre Merkezi' ndeki hazırlıklarımızı bitirip otelimizde güzelce dinlendik.
Fuar saat 10:00' da açılıp 18:00' de sona eriyordu. 3 gün sürdüğü ve ihtisas fuarı olduğu için ciddi iş potansiyeline sahipti ve ne güzel ki yoğun geçiyordu.



17 Kasım günü, fuar sonrasında, METS' in düzenlediği kokteyle uğrayıp aperitiflerimizi aldıktan sonra kendimizi Dam Square' e atıyoruz.






Sokaklar hareketli, farklı farklı dillerden konuşan farklı farklı insanlar...

Birçok Türk' e rastlıyoruz yürürken, takside, otelde... Hediyelik eşya satan bir mağazanın kasiyeri bize "Güle güle, iyi akşamlar" diyor, Arjantin restoranındaki garson bayansa "Afiyet olsun." :)

Ben, ayağımdaki topuklu ayakkabılara ve daracık eteğime aldırmadan sabırsızca yürüyor, fotoğrafını çekebileceğim ışıklı, dondurulmaya değer kareler arıyordum.


















Tavsiyeler üzerine, şehirdeki en iyi İtalyan restoranlarından biri olan Ristorante d'Antica' ya gidiyoruz. Tabi ki rezervasyonumuz olmadığı için yer bulamıyoruz. İkinci bir tavsiye ile yine bir İtalyan restoranı olan İncato' ya gidiyoruz. O da tutmayınca Dam Meydanı etrafında gezerken önünden geçtiğimiz ve kalabalık olan Arjantin et lokantası Gauchos' ta da şansımızı deniyoruz. Son durağımız ise Argentinos. Burası da tıklım tıklım dolu ama şans eseri restorandaki en iyi masaya kuruluyoruz.
Etler müthiş, şarap da öyle... Gideceklere tavsiye edebilirim.

Karnımızı doyurup içimizi de ısıttıktan sonra otele dönmek üzere ordan ayrılıyoruz. Meydana doğru yürürken aynı sokaktaki "The Smallest Pub in Town" ın önünden geçiyoruz. Pub ın gerçek adı "Louis Bar". O kadar küçük ve popüler bir mekan ki insanlar sokakta içiyor içkilerini. Bu arada bana da güzel bir poz veriyorlar :)





Gece boyunca restoran ararken şehir merkezini gezme fırsatımız da oldu. Kanallar boyunca yürüdük.



Köprülerin demirlerine bağlanmış rengarenk bisikletler...




Şehrin en güzel binalarından biri olan Hotel De l'Europe...









Kanal turu yapan tekneler...





Baş başa romantik yemek yiyen çiftler...






Bisiklet taksiler...






Hediyelik eşya dükkanları...




Kiliseler...






Arjantin, İtalyan, Asya ve Uzakdoğu mutfaklarına ait restoranlar...


Ve gün biter...

18 Kasım günü Hollandalı arkadaşlarımızla buluşma günüydü. Thijs standımıza, sırtında taşıdığı bir çuval dolsu hediye ile geldi (Hediyeler 5 Aralık' ta, onların yeni yılı kutladıkları gün açılacak.) Biz de onlara Türkiye' den getirdiğimiz hediyelerimizi armağan ettik.


Fuar bittikten sonra tramway a atlayıp Merkez Tren İstasyonu durağında iniyor ve kanal turu için teknedeki yerlerimizi alıyoruz.


Gerçekten büyülü bir tur ama gündüz yapılsa daha bile güzel olabilir. İngilizce olarak tanıtımı da yapılıyor ve tabi ki Claartje ve Thijs bize ek bilgiler de veriyordu.


Amsterdam' da yan yana dizilmiş rengarenk, şirin ve tarih kokan evlerin cepheleri çok dar ve merdivenlerinden mobilyaları taşımak çok güç olduğu için binaların tepesinde "kanca" lar var. Eşyaları bu kancaların yardımı ile yukarıya çekiyorlar. Bu işlemin evin cephesine ve camlarına zarar vermemesi için binalarda, hafif bir açıyla öne doğru eğim varmış.








Kanal turu sırasında "Red Light Street" in (Kırmızı Fener Sokağı) ve uyuşturucuların satıldığı "Coffee Shop" ların önünden geçtik. Bu tarz alışkanlıkları yasaklayıp insanlar için daha cazip kılmak mıdır doğru olan, yoksa belli derecede yaşanmasına ve kullanılmasına izin verip bunları kontrol altına almak ve hatta turizm açısından bir avantaja çevirmek mi?


Kanal turunda gördüğümüz en ilginç şeylerden biri de kanal kenarındaki katlı bisiklet otoparklarıydı. :) Şehirde yaklaşık 500 bin bisiklet olduğunu ve bisiklet hırsızlığının da epey yaygın olduğunu düşünürsek bana gayet mantıklı geliyor.

Karşılaştığımız en ilginç şey ise su kanallarının üzerinde 2500 tekne evin bulunması oluyor. Şehirde yer kalmadığı için kullanılan ve dairelere göre çok daha ucuz bir seçenek olan tekne evler... Bence çok değişik, zevkli ve heyecan verici. Küçük bir ayrıntı; devlet bu sayının artmasına izin vermiyor. (Bu fotoğraf bana ait değil. Tekne evlerin gece çekimi çok zor oluyor. Üstelik tur teknesi hareket ederken...)

Gelelim hayal kurmaya... ;)

Bir tekne evin, bir bisikletin ve bir de scooter ın olucak. Geceleri tekne evinde, bir şişe şarap eşliğinde Ella Fitzgerald ya da Duke Elington çalacaksın. Pencerenden, geçen tekneleri ve ışıklarını siyah-yeşil sulara yansıtan göz alıcı evleri izleyeceksin. Teknelerin içerisindeki onlarca meraklı gözle buluşacaksın ara sıra ve onların bu hallerine tebessüm edeceksin. Boş zamanlarında müzeleri gezeceksin, tiyatroya gideceksin, hiçbir şey düşünmeden bisikletle gezeceksin birbirine paralel sokakları, fotoğraf çekeseksin yüzlerce ve akşam oturup beğenmediklerini sileceksin, "The smallest pub in town" a gidip bir bira içeceksin belki. Böylece maksimum 2 ay yaşadıktan sonra "Tot ziens" "Hoşçakal" diyeceksin. Fazlası sıkar :))))

Tekneden inip bu sefer ağır ağır, yemek yiyeceğimiz restoranta yürümeye başladık. Victoria Hotel' in muhteşem, hatta adına kitaplar yazılan binasının önünde bir anı fotoğrafı çekildik. :)

Meydana yakın bir yerdeki, Claartje ve Thijs' in tabirleri ile "Real Dutch Restaurant" a, Restaurant De Roode Leeuw' e gittik. Çok hoş, Dutch tarzını yansıtan ve ayrıca "Hotel Amsterdam" ın restoranı olma özelliğini de taşıyan bir mekan. Yemekleri, hizmetleri de aynı kalitede.



Anılarımızı tazelediğimiz, son gelişmeleri birbirimize aktardığımız, gelecek yazki planlarımızı şekillendirdiğimiz keyifli bir yemekten sonra vedalaşarak ayrıldık. EMYR' in en güzel yanlarından biri işte... :)


19 Kasım, fuarın son günü...

Biraz fuardan da bahsetmek istiyorum.

Bizim ilk katılımımız olduğu için kıyaslama yapamayacağım ama en azından bizim için verimli geçmişti. Fuara sadece bu sektörden, profesyonel insanların gelmesi çok faydalı oluyor ve hedef kitlene kolaylıkla ulaşabiliyorsun."Fiyat teklifi bekliyoruz. Ürünleriniz oldukça kaliteli o yüzden sizden Çin' in fiyatlarını beklemiyoruz." cümlesini duymak gerçekten hoştu mesela. Ayrıca katılımcı diğer Türk firmalarının ürünleri de yenilikçi ve kaliteliydi. Mesela Admiral (Yelken Sarma Sistemleri) firması, METS' in düzenlediği DAME yarışmasında mansiyon ödülü aldı. Bence Türkiye'yi temsil etmenin çok güzel bir yolu.

Veee zaman standı toplama zamanı.

Birden ortalık savaş alanına dönüyor. Forkliftler bir gidip bir geliyor. Biz de 4 elden başlıyoruz toparlanmaya. Komşumuzun ikram ettiği kırmızı şarap içimizi ısıtıyor bu arada. Saat 20:00 gibi RAI' den ayrılıp otelimize gidiyor ve güzel bir akşam yemeği ile sonlandırıyoruz gecemizi.

20 Kasım 2009. Eve dönüş zamanı. :)


Hollanda' da her yer şimdiden yeni yıl için süslenmişti. Yılbaşı ağaçları, noel baba koltukları... Ya da noel anne :)



Pegasus' un rötarlı uçuşları bizi canımızdan bezdirdi. Sinir küpüne dönen yolcuların ve psikolojik desteğe ihtiyaç duyan memurların aktarma sırasında Sabiha Gökçen Havaalanı'nda yarattığı kaostan sonra eve saat 23:00' te gelebildik ki aslında 21:00' de evde olmamız gerekiyordu.


Neyse ki işlerimiz beklediğimiz gibi gitmişti. Ayrıca çok hoş 2 gün geçirmiş ve dostlarımızla görüşme fırsatı yakalamıştık. Daha ne istenir ki. Dimi? ;)