hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

18 Ocak 2010 Pazartesi

VENEDIK


Venedik için söylenen birçok klasik cümle, ve Venedik' i kolayca akla getiren birçok simge olmasına rağmen her gidene eşsiz duygular, eşsiz hatıralar sunmuştur Venedik.
Her giden farklı bir yerinden tutar, başka renk bir pencereden bakar.


Bu yazıyı yazmadan önce gözlerimi kapayıp tekrar gittim Venedik' e.

Ben neredeyse hiç gökyüzüne bakmamışım ordayken.
Belki daracık sokak aralarında öyle bir şansınız olmayışından, belki gözlerinizi alamayacağınız mimari muhteşemlikleri büyük bir ilgi ile izlemekten, belki de aşınmış kaldırımlarla koyu sohbetlere dalmaktan...
Bilemiyorum.
Ama her giden aslında aynı şeyleri; farklı bir müzeden başlayarak, farklı müzikleri hatırlayarak, farklı restoranları tavsiye ederek, bir arka sokaktan geçerek bahseder durur etrafındakilere.
İşte bu da benim Venedik' im...

Venedik dünya üzerindeki eşsiz şehirlerden biri. Adriyatik Denizi' nin gelgit sularının ortasında, bir dizi sığ adacığın üzerine kurulu ve sık sık taşkınlara uğrayan büyülü şehir...

12. ve 14. yüzyıl arasında dünya çapında bir güç iken, 1797 yılında Napoléon' a yenik düşer ve İtalya Krallığı' na katılır. Venedik günümüzde, nehir vadilerinden görkemli Dolomit Dağları' na kadar uzanan Veneto yönetim bölgesinin başkentidir.
Karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanır. Yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu. Venedik'te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunuyormuş. Bütün taşımacılık su yolu ve kanallar üzerinden yapılyor.
Şehirde sadece ayak sesleri ve gondolcuların haykırışları duyuluyor. Tek motor sesi malzeme taşıyan mavnalar ile duraklar arası yolcu taşıyan deniz otobüslerinden (vaporetto) geliyor. Büyük Kanal' ı gezmek isterseniz 1 nolu vaporettoya binebilirsiniz. Aldığınız vaporetto biletleri tek kullanımlık değildir. Sanırım bizim aldığımız bilet 12 saatlikti. 12 saat içerisinde istediğiniz kadar binin :)


Büyük Kanal yaklaşık 4 km uzunluğunda, 30 ile 70 m genişliğinde, derinliği 5 metre civarında...
Kanal S şeklinde aktığı için "volta die Canal" olarak isimlendiriliyor. Büyük Kanal' a 45 küçük kanal bağlanıyormuş.
Kanalda 200' ün üzerinde saray olduğu söyleniyor.
Günümüzde Büyük Kanal üzerinde 4 adet köprü var. Bunlardan Rialto Köprüsü Venedik' in simgelerinden biri haline gelmiş en eski köprüsü. 19. yüzyıla kadar da tek köprüsüymüş zaten. 19. yüzyılda Accademia Köprüsü inşa edilmiş ki bizim de hikaye oradan başlar... :)
Saat 18:15 gibi Santa Lucia istasyonuna ulaşıyoruz. Vaporetto biletlerimizi alıp büyük bir kalabalıkla birlikte vaporettomıza yerleşiyoruz. Etrafa bakınmaktan dolayı birkaç yanlış durakta iniyoruz ama sonunda Accademia durağında inip otelimize ulaşıyoruz. Çok acıkmışız. Accademia Köprüsü' nün altındaki pizzacıya oturuyoruz. Şarap enfes... Yorgunluğumuz az da olsa geçiyor. Yemekten sonra karşı yakanın sokaklarında biraz kaybolup gecemizi sonlandırıyoruz.


31.11.2008 sabahı güne erken başlıyoruz. Yağmur yağıyor. 15,00 € ya 4 tane şemsiye alıp Accademia Köprüsü' nden geçiyor ve karşı kıyıdaki turumuza başlıyoruz.




Büyük Kanal' ın büyüsüne takılıp kalıyoruz bir süre...


Hedef San Marco Meydanı, fakat oraya giderken yolumuza çıkan her müzeye, her kiliseye uğruyoruz. Bazıları zaten benim listemdekiler... Oralarda daha çok vakit harcayıp tarihini, özelliğini okuyoruz. Mutlaka görülmesi gereken bölümleri inceliyoruz dikkatlice.



Onca görülecek şeyin arasında birbirimizi kaybetmemeye çalışırken... İnce, uzun ve kalabalık; pahalı markaların bulunduğu bir sokağın sonunda Çan Kulesi' nin tepe kısmı görünüyor. Sekiz, on adım sonrasında ise Bazilika' yı koruyan Aziz Markos ve melekleri... Ve ihtişamla şaha kalkmış bronz atları... ( Ki bronz yaldızlarla süslenen bu atların orjinalleri 1204 yılında İstanbul' dan gelmiştir ve Bazilika' nın içerisinde muhafaza edilmektedir.)


"Piazza San Marco" yıllar boyunca törenlere, politik etkinliklere, karnavallara, konserlere tanıklık etmiş. Meydanın etrafında öylesine büyüleyici ve önemli yapılar var ki, 1 gününüzü mutlaka San Marco Meydanı' nda geçirecek şekilde programlayın derim.

Doğu ile Batı' nın mimari ve dekoratif tarzlarını birleştiren Venedik' in bu ünlü bazilikası, Avrupa' nın en muhteşem yapılarından biri...

İstanbul' daki Havariler Kilisesi örnek alınmış ve bina yüzyıllar içinde tamamlanmış. 1075' ten sonra, seferden dönen gemilerin "Aziz Markos' un Ev' ini" süslemek için armağan getirmeleri kanunlaştırılmış. İç mekandaki mozaikler 4.240 metrekarelik bir alanı kaplıyor.
Ön cephedeki mozaiklerden fotoğrafta (solda) görmüş olduğunuzda ise, Aziz Markos' un kalıtlarının bazilikaya taşınması betimlenmiş.

Bazilika' da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri "Göğe Yükseliş Kubbesi" : Merkez kubbenin tamamını kaplıyor. Zafer Kazanmış İsa Moziği olarak da adlandırılıyor.

Bir diğeri ise "Pala d'Oro" : San Marco' nun en kıymetli hazinesi.
Yüksek altarın arkasındaki bu mücevher, altın varak üzerine boyanmış, İncil' den sahneler betimleyen 250 resimden oluşuyor. Hıristiyanlık aleminin de en değerli hazinelerinden biri olan Pala d'Oro' nun üzerinde 1300 inci, 400 lal taşı, 300 safir, 300 zümrüt, 90 ametist, 75 kırmızı yakut, 15 yakut, 4 topaz ve daha yüzlerce değerli taş bulunuyor!


San Marco Meydanı' nın kuzeyinde yer alan, 15. yüzyıldan kalma saat kulesinden bahsetmeden geçemeyeceğim: "Torre dell'Orologio". Ayın evrelerinin ve zodyak sembollerinin betimlendiği, yaldızlı, mavi mine saat kadranı denizciler için tasarlanmış. Eserin kopyasının yapılmasını önlemek amacıyla, karmaşık mekanizmayı icat eden iki kardeşin gözlerinin dağlandığı söyleniyor. Kulenin tepesindeki çan saat başı çalıyor. O gün saat 15:00' teki çanı benim çalmamı rica ettiler. Kıramadım ;)

San Marco Bazilikası' ndan zor da olsa ayrılarak Palazzo Ducale' ye (Dükalık Sarayı) gidiyoruz.

Venedik yöneticilerinin resmi konutuymuş. 9. yüzyılda yapılmış ancak dış cepheler 14 ve 15. yüzyıl başlarında yenilenmiş ve bu günkü muhteşem görünümüne kavuşmış.

Porta della Carta olarak adlandırılan bu Gotik kapıdan (solda) geçerek geniş iç avluya ve Venedik' in gücünü simgeleyen "Devlerin Merdiveni" ne ulaşırsınız.

Sarayı gezmek 2 saatinizi alabilir. Tavanlara bakmaktan boynunuz tutulabilir.
Dük Sarayı' nda ise mutlaka görmeniz gereken yerlerden birisi, Büyük Venedik Meclisi' nin toplantı salonun bir duvarını kaplayan, Tintoretto' nun "Cennet" i betimleyen eseridir. (1590) (solda)


Bu arada, fotoğraf çekmek çoğu yerde yasak! Eserlere zarar vermeden, flaşsız birkaç(!) fotoğraf çekmekten kendimi alıkoyamadım ;)

Sarayda bulunan Sala dello Scudo isimli oda dünya haritaları ile kaplı. Odanın ortasında ise 18. yüzyıldan kalma 2 büyük yerküre bulunuyor.

Bir de tabi ki "Ahlar Köprüsü" var. Dükalık Sarayı ile hapishane arasında bir geçit olarak inşa edilmiş. İsmini, idama götürülen mahkumların iç çekmelerinden aldığı söyleniyor.

Saraydan çıkıp hızlıca Çan Kulesi' ne gidiyoruz. Şansımıza tam çanların yanına çıktığımız anda, kulaklarımızı sağır eden çan sesleri duyulmaya balıyor. Eşsiz bir ana tanık oluyoruz. Venedik ayaklarımızın altında, hava yavaşça kararmaya başlamış. Fotoğraf makinemin şarjı bitmek üzere :)























Büyüleyici değil mi?

Turumuz 18:15 gibi sona eriyor.

Bir gece önce önünde geçerken burnumuza müthiş kokuların geldiği o kalabalık restorantı arıyoruz.

Bütün sokaklar birbirine benziyor. Otel araştırması yaparken sokak isimleri aklımda kalmış. Kendimden emin bir şekilde ilerliyorum. Arkamda bizimkiler ve onların da arkalarında başka bir aile, ierliyoruz. Biliyoruz sanıyorlar tabi ;) Ama bu hikayenin sonu pek de güzel bitmiyor. Dakikalarca yürüdükten sonra çıkmaz bir sokakta buluyoruz kendimizi. Kahkaha sesleri yankılanıyor karanlık, dar sokaklarda :)))
Sonunda aradığımız restoranı bulup güzel bir akşam yemeği ile yorgunluğumuzu unutuyoruz.
Tatlıları da muhteşemdi. İsmi "Ristorante Trattoria da Mario alla Fava". İnternet sitesinde krokisini bulabilirsiniz.
http://www.ristorantemarioallafava.it/eng/

01.11.2008 günü Venedik sokaklarını su basmıştı. Her yere tahta köprüler kurulmuştu. Yağmurlu ve puslu bir havadan sonra yavaş yavaş güneş yüzünü göstermeye başlıyordu. Montlar ellerimizde, güzel havanın ve Venedik' in tadını çıkarıyoruz.


Bu günkü programımız düne göre daha sakin. Biraz da alışverişe zaman ayırmak lazım. Gelmişken maske almamak olmaz mesela. :)

İlk durağımız Ca' Rezzonico. Binanın yapımına 1667' de başlanmış ancak 2. kata gelmeden ailenin fonları tükenmiş ve 1712 ylında Cenovalı Rezzonico ailesi tarafından satın alınıp tamamlanmış. Aile servetinin çoğu bu binaya harcanmış.

Görkemli odalardaki tavanların (üstte, solda) işlemeli, oymalı olduğunu sanmayın sakın. Tavanlardaki göz alıcı freskler 3 boyutlu olarak çizilmiş. Muhteşem değil mi?

Buraya giderseniz Tiepolo' nun Yeni Dünya freskini (üstte, sağda) görmeden çıkmamanızı öneririm.

Üst katta ender görülen resimlerden oluşan büyük bir oda bulunuyor. Ayrıca restore edilmiş bir 18. yüzyıl eczanesi ile kukla tiyatrosu... Bir de müthiş manzarası...

Karnımızı doyurup gezmeye devam ediyoruz. Sokaklarda ressamlar, müzisyenler... Her köşede sanat ziyafeti sunuyorlar Venedik ziyaretçilerine.

Son durak, "Santa Maria Gloriosa dei Frari"

Bina 15. yüzyılda tamamlanmış. Sanat koleksiyonunda Tiziano ile Giovanni Bellini' nin eserleri, Donatello' nun bir heykeli ve birçok mezar bulunuyor.

Frari' de görmeniz gereken yerler ise, Tiziano' nun çarpıcı eseri "Bakirenin GöğeYükselişi" (1518)

"Koro Mahalli" : (1468) Azizle ve Venedik kabartmalarıyla süslenmiş üç katlı koro koltuklarından oluşuyor.

"Madonna ve Çocuk" : Bellini' nin panosu (1488), Venedik' teki benzersiz Rönesans eserlerinden biri...

"Cenova' nın Mezarı" : Cenova, Tiziano için Neo-Klasik bir piramit anıt tasarlamış ancak hayata geçirememiş. 1882' de, Cenova' nın ölümünden sonra, öğrencileri ustaları için benzer bir mezar inşa etmişler.

İşte bizim Venedik' imizin en unutulmaz anlarından biri...

Gondol turu...


11. yüzyıldan beri Venedik' in bir parçası olan gondollar, dar kanalları aşabilecek ince bir gövdeye ve düz bir zemine sahip. Kürek gücüne karşı hareket oluşturarak gondolun daireler çizmesini önlemek için pruvada sola doğru bir kıvrım bulunuyor. İnsanların zenginliklerini gösterişli bir şekilde sergilemelerini önlemek amacıyla 1562 yılında bütün gondolların siyaha boyanması emredilmiş.

Sıkı pazarlık etmeniz gerekiyor. Kanalın tamamı için anlaşın derim. Ama sonuçta saydığınız her cent e değiyor!!!

Evlerin pencerelerinden sarkan rengarenk çamaşırlar, suda aksini görebildiğiniz köprüler, ışık saçan muhteşem binalar, şehrin kalbinin attığı nokta: Rialto Köprüsü, birbirine teğet geçen taksiler, gondollor, vaporettolar... Ve Çimen & Engin Atalay çifti aşklarını tazeliyor Büyük Kanal' ın ışıltılı sularında.

Gitmek istediğimiz ama tadilattan dolayı gidip göremediğimiz "Santa Maria della Salute" un etrafında geziniyoruz bir süre için. Kilise, şehrin 1630 veba salgınından kurtulmasına duyulan şükran sebebiyle , esenlik ve kurtuluş anlamına gelen "Salute" adıyla inşa edilmiş. İnanlar bunu kutlamak üzere, her yıl Kasım ayında mumlar yakarak Büyük Kanal' ın girişini kaplayan köprüyü aşarlarmış.

Çok acıkmışız. Güzel bir restoranda, açık havada yemeklerimizi yiyoruz. Sunulan ikramlar çok lezizdi ve içtikçe içilesi ev yapımı likörleri vardı. Üşümedik yani ;)

Güzel bir gecenin ardından son gecemizi geçirmek üzere otelmize döndük.

02.11.2010 günü, bizi Marco Polo Havalimanı' na götüren vaporettomuza biniyoruz ve sisler içinde çok hüzünlü görünen Venedik' e veda ediyoruz...