hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

LÜBNAN ...

01.06.2008
Lübnan!!!
Lübnan gerçekten süperdi. Rally nin en unutulmaz ayaklarından birisiydi bizim için. Zaten marinanın girişinde bile böyle olabileceğini tahmin etmiştik.

Ancak korkularımız da vardı tabii ki. Daha 1 hafta önce Beyrut sokaklarında çıkan çatışmalarda 200 kişinin üstünde ölü olduğunu duymuştuk. :(
Komite sürekli gelen bilgileri değerlendirip, güvenli olup olmayacağı hakkında karar vermeye çalışıyordu. Ancak yola çıkmadan Lübnan'dan olumlu yanıt almışlardı. Sokaklar tekrar hükümet kontrolüne girmiş. Hükümet ve Hizbullah anlaşmış. Neyse...

Bütün yol boyunca motorla gelmek zorunda kalmıştık ve neredeyse rallynin en sakin havasıydı. Ancak son 2 - 3 saat motorumuzu da kapatıp güzel bir yelken yapabilmiştik. Bu resimde görmüş olduğunuz yelkenli ise komite teknemiz IBIS II. Hasan Kaçmaz' a ait...
Marinaya vardığımızda, Emyr tekneleri için ayrılan iskeleye bordaladık. Kısa zamanda 1., 2. ve 3. grup tekneleri yerlerine bağlanmışlardı. Geri kalan teknelerse Beyrut'taki marinaya gitmek zorundalardı.
Hava aşırı sıcaktı, hemen biralarımzı açıp serinlemeye çalıştık. Bu rally nin tadı içmeden çıkmıyor dedik ve devam ettik. :)

Sonra mayolarımızı giyip havlularımızı astık omuzlarımıza ve kendimizi olimpik havuzun ılık sularına attık. O kadar iyi gelmişti ki... Uzun zamandan beri ilk defa yüzümüz, gözümüz tuzlu tuzlu, kavuran güneşin altında uzandık. Yemeğimizi yedik.



Çoook keyifli bir duş sefasından sonra otobüse atlayıp Beyrut'a gittik. Sokaklarda hem savaştan izler vardı hem de eser yoktu. Çok garipti...
Amaaşırı gösterişli bir şehir. Sokaklar, binalar muhteşem... Renkli, hareketli bir şehir. Savaşın izlerini silebilmek için yeni, modern binalar, dükkanlar yapmışlar. Süper de olmuş. Hatta bir an için annemle, ertesi günkü turu iptal edip alışveriş için Beyrut'a mı insek diye de düşünmedik değil. :)




Burası Beyrut'un meydanı. Gençler sokaklarda... Cafeler, restoranlar tıka basa dolu. Cami ve kiliseler iç içe burda da. İzmir'i hatırlatıyor bize.

Sokaklarda yürürken karşılaştığımız birkaç Emyr ailesiyle şehrin merkezine gidip dondurmalarımızı yedik.

Artık çok yorulmuştuk. Dönüş yolunda, otobüste herkesin (benim bile) başı önüne düşüyordu uykusuzluktan ve yarın yine tur vardı...
02.06.2008 sabahı uyanıp otobüslere binip tekrar yollara düştük. İlk durağımız Jeita Grotto mağralarıydı.

Jeita Mağarası Beyrut’a 18 km. uzaklıkta. Dünyanın en büyük kireçtaşı mağaralarından biri... Mağaralara girmeden önce ufak bir tanıtım filmi ile tanıtılıyor bu doğa harikası sonra kameraları dolaplara kilitleyip :( içeriye giriyoruz. Girer girmez nefesiniz kesiliyor. Sanki bir çift sihirli el o sarkıt ve dikitleri özenle, bir sanat eseri yaratıyormuşçasına birbiri üstüne koymuş, şekil vermiş...
İki kısımdan oluşan mağaranın ilk kısmı (aşağı mağara) 1836 yılında rastlantı eseri bulunmuş. İçinden bir yeraltı nehri geçen mağarada hayal gibi, küçük bir tekne gezisi yapılıyor. Bir de mağaranın 1958 yılında keşfedilen başka bir kısmı var (yukarı mağara) Işık düzenlemesi muhteşem. Sarkıt ve dikitlerin yanından geçip ışık huzmelerinin içine dalıyor ve hayalgücünüze yetişmeye çabalıyorsunuz. Ben dikitlerden oluşmuş, oturan bir adam bile gördüm. Benim için tek eksik müzik... Hem akustiği de güzelmiş, ara sıra konserler bile düzenleniyormuş...

jeita grotto | izlesene.com


Aşağı mağaraya girerken uyanıklık edip kamerayı sokuyorum ve ufak bir film kaydediyorum. Ta ki bottaki görevli beni yakalayana kadar... Hemen en şirin halimi takınıp gülümsüyorum ve kamerayı cebime sokuyorum :)))
Sonra otobüslere atlayıp 7000 yıllık geçmişi olan, bir deniz kenarı, bir balıkçı şehrine misafir oluyoruz. Byblos... Lübnan'ın Beyrut kentinin kuzeyinde yer alan antik bir Fenike liman kenti. Onlarca uygarlık gelmiş, geçmiş. Her bir tabakada başka bir uygarlığın izleri var.



Byblos'tan çıkıp çarşıyı dolaşıyoruz, sokaklara dalıp adım adım keşfediyoruz. Ara sıra duraklayıp şakalaşıyoruz...
Turlarda herkes, ne zaman kaybolduğu hissine kapılsa kalabılığı takip ediyordu. Biz de çarşıda her zamanki gibi fazla oyalanınca rehberi kaybetmiş ve kalabığın peşine takılmıştık. Arkadan gelenler ise bizim bildiğimizi sanarak bizim peşimize... :) Neyse, doğru yoldaydık...

Byblos limanın önünden geçerken bir genç kız görüdüm. Çok üzgün görünüyordu, çekmeyecektim onu ama o da hüznüne inat o kadar güzel bir poz vermişti ki bilmeden, onu da anılarıma eklemeden geçemedim yanından...



Acıkınca da Byblos limanına nazır, çok güzel bir restoranda yemek yiyoruz. Yemeklerin hepsi enfesti. Manzara da öyle... Yani kısacası keyfimiz yerindeydi. Tıka basa yiyip biralarımızı da içtikten sonra herkesin, her zamanki gibi otobüste uyuyacağına emindim...

Neyse ki yolumuz pek uzun değildi.
Ve son durağımız olan Harissa'ya doğru yola çıkıyoruz. Lübnan' a tepeden bakan Meryem Ana'ya... Rio de Jenerio'daki Hz. İsa gibi, Meryem Ana da şehri izliyor huzur dolu bir sessizlikle...


Biz de merdivenleri tırmanıyoruz büyük bir sabırla ve Lübnan'ı izliyoruz bir süre. ATCL Marina'yı ve orda duran süslü, heyecanlı Emyr teknelerini yakalıyor gözlerimiz ister istemez.
En sonunda marinaya dönüyoruz.


Veee ilk defa akşam rahatça teknemizde oturup yemeğimizi yiyor, üstüne içkilerimizi içip TSM dinliyor ve hepbir ağızdan söylüyoruz... Sonra diyoruz ki, tahmin edebilir miydik hem bu kadar eğlenip hem de bu kadar beklenmedik zorlukla karşılaşacağımızı... Rally ye katılmadan önce, babamın Turgut amcadan dinlediklerini, Hasan abinin attığı tavsiye mailllerini daha şimdi anlayabiliyorduk.


03.06.2008 sabahı Baalbeck 'e gidiyoruz. Lübnan'ın doğusunda yer alan Baalbeck'in güney girişinde tapınakların yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı bir maden bulunuyor. Bu bölgede dünyadaki en büyük taş yontularından biri sayılan, neredeyse 2000 yaşındaki anıt görülebiliyor. "Hamile Kadın Taşı" diye adlandırılan bu devasa anıt, 21.5 metre yüksekliğinde, tahmini 1000 ton ağırlığında.
Bugün Lübnan'ın sınırları içinde bulunan Baalbeck kenti, Roma döneminden kalma görkemli ve şaşırtıcı kalıntılarla tanınıyor. Milattan Önce 331 yılında Yunanlılar tarafından ele geçirildiğinde, göz kamaştırıcı bir Finike kenti olan Baalbeck, iklimi ve verimli topraklarıyla zenginliğe ulaşmış. Yunan komutanları bu güzel kente Heliopolis (Güneşin Kenti) adını vermişler. Baalbeck, Milattan Önce 16. yüzyılda Romalılılar'ın eline geçmiş ve üç yüz yıl boyunca Romalılar'ın gözbebeği olarak kalmış. Kentin akropolisine üç devasa tapınak, üç avluyu çevreleyen geniş sur duvarları inşaa edilmiş.
Bu üç devasa tapınaktan en etkileyicisi muhakkak Jupiter Tapınağı. Baküs ve Venüs tapınaklarını da ziyaret ediyoruz. Onların yanında mini minnacık kalıyoruz. :) Her bir taşın, her bir işlemenin hikayesini dinliyoruz. O kolonları kaç bin köle, nasıl ayağa kaldırdı, hayal etmekte güçlük çekiyoruz.


Ordan sonra Hizbullah'ın bölgesinden geçerek yemek yiyeceğimiz yere ulaşıyoruz. Yolda barikat kurulmuş alanlarda, ellerinde silahlar, Hizbullah'ın askerleriyle gözgöze geliyoruz ara sıra...
Yemek için büyükçe bir restorana gidiyoruz. Masaları donatmışlar. Herkes yan yana, sanki bir festival gibi yiyip içip gülüşüyoruz. Sağdaki muhteşem çiftimiz Big Easy'den Jesus ve Dorohty.

Yemekten sonra Anjar'ın önünden geçip şarap tadım evine doğru yola çıkıyoruz. Anjar'ın fotoğraflarını anca otobüsten çekebiliyoruz... Ve yol kenarlarındaki bedevi çadırlarını yakalıyorum rastgele. Kitaplardan okuduğum, filmlerden gördüğüm bedevilerin yaşamlarına şahit oluyordum sık sık 1 saniyeliğine bile olsa. Ara sıra çocuklar çadırların önünde oyun oynarlarken birbirimizi görüp el sallaşıyorduk sessizce...







Şarap tadım evinde ilk önce serin mahsende gezdirliyoruz sonra da kafaları çekiyoruz beyaz, pembe ve kırmızı şaraplarla :)
Marinaya döndüğümüzde yine çok yorgunduk, fakat akşam rally yemeği vardı. Duşlarımızı alıp, önce babamla toplantıya gidiyoruz. Şifreli ve zorlu bir toplantıdan sonra (çünkü İsrail'e gidiyoruz) hazırlanıp yemeğe gidiyoruz...
Rally boyunca en eğlenceli geçen yemekti neredeyse.... Türk Bayrağı bizdeydi, babam konuşmasını yaptı, plaketler verildi ve eğlence başladı...

Gece boyunca sürprizler bitmedi... Dansçı kızların muhteşem gösterileri ve Lübnan'lı güzel bir bayanın şarkılarıyla coştuk. Dans pisti yine doldu taştı. Halay mı çekmedik, oryantal mı oynamadık... Annem ve Debbie yine her zamanki gibi "Çok güzel olmuşsun, hayır sen çok güzel olmuşsun" sohbetlerine başlıyorlar :) Bu arada Masamız da çok eğlenceliydi :) Teknelerimize dönerken bile yolda durup durup gülüşüyorduk... He bu arada, gecenin en yakışıklı erkeğiyle de ben dans ettim ;)
04.06.2008 sabahı kahvaltıdan sonra güçlü bir internet bağlantısı yakalama ümidiyle havuz kenarına gittim. Birkaç blog yazısı ekledikten sonra annem ve babam da geldi, yine web cam de ablamla hasret giderdik. :))) Çıkış saatimiz 13:00-13:30 arasıydı. Mazot iskelesine bağlanıp ofisten çıkış işlemlerimizi yaptırdık, 45 lt'lik mazot takviyesi yaptıktan sonra Haifa'ya rota tuttuk...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!