hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

21 Mayıs 2008 Çarşamba

GÖCEK'TEN KEKOVA'YA...

08.05.2008 sabahı saat 06:00'da 68 nm sürecek olan Kekova Üçağız Limanı için yola çıktık. Rüzgar kuzeyden 2 bofour esiyordu. Motor seyriyle Çatal Adalar'a kadar geldik. Oradan doğuya döndüğümüzde güzel bir apaz seyriyle motorumuzu kapatarak yelkenlerimizi açtık. 3-5 bofour kuzey ve kuzeybatı rüzgarı ile ara ara sağnaklarla 22-24 knota çıkan rüzgarla keyifli bir yelken seyri yaparak Kekova'ya akşam 18:00 civarında vardık.

Burda herkes demir atıp alargada kalacaktı.
Kekova'ya vardığımızda bulutlar iyice artmıştı, deniz ise yemyeşil bir ayna gibiydi. Bulutları ve EMYR teknelerinin aksini görebiliyorduk. Ben dünkü ve bugünkü seyrin verdiği yorgunlukla biraz halsizdim. Saat 7'de Liman'ın ordaki çakıl taşlı otopark alanında yine herkesin teknesinden getireceği şeylerle yapılacak bir parti vardı.
Canım pek gitmek istemese de sıkı sıkı giyinip joker botla karaya çıktık. Ama iyi ki de çıkmışız...


Deniz kenarında, karaya çekilmiş balıkçı kayıklarının hemen orda toplanmıştık. Kedilerin bacaklarımıza sürtünerek dolaştığı, yöre çocuklarının da bilezik ve kolye satmak için aramıza katıldığı; sıcacık, şirin bir akşamdı. Plaket töreninden sonra nerdeyse hiçkimse dağılmamıştı. İçki içip sohbet ediliyordu. Ama herkes sallanıyordu hala daha :)
Shadow Cat mürettebatıyla sohbete daldık biz de... Herkes dağıldıktan sonra da bir arka sokaktaki 2 ya da 3 dükkanın olduğu Kekova Çarşı'sını gezdik :)


09.05.2008 sabahı saat 9'da yine aynı yerde buluşup bizim için ayarlanmış olan tur teknelerine bindik. Bizimkinin adı “Mavişim” di. :))))
Yıllar önce, depremle sular altına gömülmüş ve gizemini böylelikle sürdürmüş batık şehre uğradık. Kırılıp tuz buz olmuş testileri, küçük küçük pencereleri, evler arasında kalmış daracık merdivenleri izledik. İçimizden,”acaba sular altına çekilmeden önce nasıl güzel bir şehirdi” diyerek...
Daha sonra Kale Köyü'ne gittik.
N'apıyım, ben seviyorum dağların eteğinde kurulmuş, küçük, eski ve balkonundan çiçekler sarkan evleri olan, etrafta yardımsever teyzelerin “hoşgeldiniz yavrum” dediği, küçücük, güzel kızların ellerindeki rengarenk yemenilerini gelen yabancılara satmaya çalıştığı böyle şirin köyleri. :)
Köyün Kalesi'ne tırmanıyorsunuz, bir yanınızda Batık Şehrin kalıntıları, bir yanınızda EMYR tekneleriyle dolu Üçağız Limanı, diğer bir yanınızda ise gerisinde Akdeniz'in uzandığı Teimiussa aile mezarlıkları... Daha ne diyebilirim bilmiyorum.
Annem ve babam aşağıda kalmayı tercih ettiler. Bense kalenin en tepesine tırmanıp ordan da aşağıdaki mezarlıkları ziyarete gittim. Bizimle aşağıya kadar inen o güzel, küçük kızın en güzel yemenisini alıp yoluma devam ettim. Artık teknelere dönme vakti gelmiş hatta geçmişti bile ve ben tırmanıp fotoğraf çekmekten kendimi kaybetmiştim. Neyse ki tekneler aşağıda bekliyorlardı hala daha.

Turumuz bittikten sonra koyumuza geri döndük ve “İbrahim”de güzel bir öğlen yemeği yedik. Kahvemizi içtikten sonra çarşıda bir süre dolaştıp teknemize döndük ve yola çıkmak için hazırlıklarımıza başladık.

Hiç yorum yok: