hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

21 Mayıs 2008 Çarşamba

KEKOVA 'DAN FINIKE' YE...

18 nm'lik Finike yolculuğu için saat 13:30'da demirimizi vira ederek Üçağız Limanı'ndan yola çıktık. Kekova-anakara arasında kalan doğu girişinde yelkenlerimizi açarak hafif rüzgarda seyrimize başladık. Bu arada denizde ölü dalga vardı. Bir sancağa bir iskeleye yatarak sallana sallana Finike'ye geldik. Karaya çıktığımızda hala daha bir iskele bir sancak sallanıyorduk :)
Finike Setur Marina'ya vardığımızda güneş daha tepedeydi. Marina bizi kırmızı karanfil ve portakallarla karşılamıştı. Marina müdürü Tuncay Bey'in köpeği Miço'yu da unutmamak lazım. O da teknemize uğrayıp bize “Hoşgeldin” demişti :)

Gulchin'i yıkayıp biz de duşlarımızı aldıktan sonra yakınlardaki bir restoranda yemeklerimizi yiyip gecemizi tamamladık.
10.05.2008 sabahı yine otobüslere doluşup turmuza başlamıştık. İlk durağımız Noel Baba Kilisesi...
Gerçekten muhteşemdi. Taş duvarlardaki figürler ve mimari... Hiç kimse çıkmak istemedi ama daha gezilecek çok yer vardı ve vaktimiz de kısıtlıydı.

Ordan sonra Myra Antik Şehri'ne gittik. Çok büyük bir tiyatroya sahip ve dağlardaki yerleşim yerleri insanı ister istemez hayal kurmaya zorluyor.
Myra'ya gidebilmek için rengarenk bir çarşı içerisinden geçmeniz gerekiyor. Türkiye'ye özgü herşeyi bulabilirsiniz rahatlıkla. Fotoğraf çekerekn objektifime bir 4'lü takılıyor o sırada ve gülmekten ölüyorum... Çok tatlılar :)))
Tabii bu arada karnımız da acıkıyor ve Şelale kenarındaki bir lokantada alabalık yemeğe götürülüyoruz. Bu arada yeni tanıştığımız ve turda yalnız olan James'i de bizimle yemesi için davet ediyoruz. O da benim gibi fotoğraf makinesini elinden tüm gün düşürmüyor ve yemek sırasında ikna ediyorum onu fırsat buldukça beni de çekmesi için.

Yemekten sonra Arykanda'ya gidiyoruz. Koskocaman bir dağın eteğindeki o muhteşem şehre...
Şimdiye kadar gördüğüm en bozulmamış tiyatroya sahip şehir... Hamamlar, Agora...
Yalnız şehrin en tepesine kurulmuş olan tiyartroya çıkabilmek için büyük bir çaba harcamak gerekiyor. Ancak ordaki manzara da buna değiyor...
Yorgunluğumuzu atabilmek için de inanılmaz şirin bir köyün 2 katlı çay baçesine götürüldük. Aşağıda şelale gürülderken ve Arykanda'dan gelen mor bulutlardan şıkır şıkır yağmur yağarken çaylarımızı içtik. Hatta Debbie ve Tom'a çiğdem çitlemesini bile öğrettik orda :)
Marina'ya döndüğümüzde gerçekten çok yorulmuştuk. Hemen hazırlanıp toplantıya gittik. Ordan da dün geceden yer ayırttığımız cafeye gidip Galatasaray maçını izlmeye koyulduk. 2. gol de geldikten sonra devam etmeye gerek kalmadığını düşünüp partiye katılmak için ayrıldık.
Belki de ilk defa bu kadar uzun süren bir parti oluyor Finike'de. Marina müdürü Tuncay Beyle tanışıyoruz ve Emyr Şarkısını söylüyoruz hepbirlikte. Sonra da bol kahkahalı sohbetler başlıyor, şaraplar su gibi akıyor... Gecemiz de böyle, keyifli bir şekilde son buluyor. Ertesi gün yolumuz var...

Hiç yorum yok: