hayat, aldığımız nefeslerin toplamı değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır...

22 Mayıs 2008 Perşembe

KEMER'DEN ALANYA'YA...

14.05.2008 sabahı 06:00'da marinadan ayrılarak yola çıktık. Ara sıra yelken motor, rüzgarı yakaladığımız zaman da sadece yelken seyri ile ve sağnak yağmurla birlikte 18:00 civarında Alanya'ya vardık.
Alanya'daki marina inşaat halinde. Şu anda yapım aşamasında ve bu konuda Sevgili Hasan Kaçmaz büyük bir gayret gösteriyor. İşin içinde Hasan amca varsa Türkiye'nin en güzel marinasından biri olacağına eminim. Ama şu an için elektrik, su servisi yok. Hatta marinadaki yerimize bağlandığımız zaman ne yazık ki salmamız kuma oturdu. Baştan demir atmıştık ancak tekne geriye gelmiyordu. Biraz endişelendik tabi ki. Fazla zorlamak da istemiyorduk. Neyse ki fazla zaman geçmeden yerimizden oynadık ve başka bir yerde, iki tekne arasına zar zor sıkışarak baştan demir atıp kıçtan kara bağlandık.
1 saat sonra piknik yapacaktı her grup kendi arasında. Annem yine ikramlarını hazırladı, şarabımızı da alıp turuncu grup teknelerinin önündeki, üzerinde mumların ve lezettli yemeklerin olduğu masanın başındaki yerimizi aldık. Hava da soğuktu. Biraz sohbetten sonra iyi geceler diyip teknemize döndük. 5 dakika sonra bizim gruptan gitar ve tef sesleri yükseldi. Bizim Loulou'nun sesi de duyuluyordu. Biz de babamla darbuka ve tefimizi kapıp başka gruptan gelen katılımcıların da olduğu kalabalığa karışıp şarkılara eşlik ettik. Sonra herkes kendi dilinde şarkı söylemeye başladı. Sıra bize geldiğinde Hasan amcanın isteğiyle bir “Üsküdar'a Gideriken” patlattık. :)
Saat daha fazla geç olmadan tekrar iyi geceler dileyip uyumaya gittik.
15.05.2008 sabahı 09:30'da Nirvana II. ile taksiye atlayıp kendi turumuzu kendimiz yapmaya karar verdik. İlk durağımız Aspendos'tu. Mükemmel bir tiyatroya sahip. Orada bir konser ya da bir oyun izlemeyi çok isterdim.




Oradan sonra da Manavgat'a gittik. Resmen bir doğa harikası. İnsan sabahtan akşama kadar o köpük köpük olan bembeyaz suya bakabilir. Neyse öğlen yemeğimizi de şelalenin kenarında yedikten sonra Dim Mağarası'na gittik. Oralara yolunuz düşerse bir gün, Dim Mağrası'na giderken yol üstündeki ilk manavda durmanızı şidettle tavsiye ederim. Biz durduk. :)
Taksiden iner inmez manavın karşısındaki evden bir hanım çıkıp “Taze çayım var içer misiniz?”
diye sordu. Arkama bakındım, acaba başkasına mı söylüyor diye. Cevap vermediğimden olsa gerek, “Taze portakal suyu da sıkabilirim” dedi. Kendimizi misafirliğe gitmiş gibi hissettik. Hayatımızda hiç duymadığımız meyveleri ikram ettiler. Ağaç kavunu yedik mesela... Bir de kendilerinin yaptığı keçiboynuzu pekmezinden içtik. Neredeyse önünden geçen her arabanın, otobüsün korna çalıp selam veridği bir yer.
Böyle bir cenneti bulmuşken biz de meyve stoğumuzu yaptık Hiden Fruit Garden'dan. Ama bizden ne çayların, ne portakal suyunun, ne de ikram ettikleri diğer şeylerin parasını aldılar. Bir gün yolunuz düşer de gidip bi çaylarını içerseniz, Bahri ve Hayriye Boz' a bizden selam da götürün.
Nerde kalmıştık... Dim Mağrası....
Dim Mağrası'nı doyasıya gezmek için vaktimiz azalmıştı. Gördüğünüz manzara ve size eşlik eden Mevlevi müziği sayesinde yerin dibinde de olsanız kendinizi göklerde hissediyorsunuz orada.
Neyse, fazla vakit kaybetmeden limana döndük ve akşamki yemek için hazırlanıp otobüslerimize bindik. O kadar hoş bir yer ki Alanya... Yemekten önce kokteyl verilecek yere gittik. Kalenin doğu surlarına yakın bir yerde içkilerimizi içip bayrakları açarak deniz kenarındaki otobüslerimize yürüdük. O akşam Gezenti teknesi bayrağı Gulchin' e devretmişti. Yemeklerimize başlamadan bayrak seromonisi yapıldı. Herkes kendi dilinde Alanya'ya teşekkür etti. Ben de Alanya'nın misafir perverliğinden dolayı bir Türk olarak gurur duyduğumu söyledim.
Gecemiz çok güzel geçti. Yemekler inanılmaz güzeldi. Müzikler de öyle... Bizim 4'lü yine pistteydi... Gecenin sonunda da ben Hasan abiden dans dersleri aldım. :)

FINIKE' DEN KEMER' E...

11.05.2008 sabahı 05:30 da halatlarımızı çözüp mazot almak için iskeleye aborda olduk. Yola çıktığımızdan beri D-Marin'de 143 lt. Finike'de ise 85 lt. mazot aldık.
2 boforla kuzeydoğu rüzgarı ile ana yelkenimizi açıp motor seyriyle yolumuza başladık. Ara sıra rüzgarın yönüne göre cenovayı da açarak Kemer Türkiz Marina önüne geldik.
Artık Kemer'de toplam 82 tekneyiz. :)
Marinada Emyr tekneleri birbirinin üstüne bordalamak zorunda kalıyor. Ama o kadar da güzel bir görüntü ortaya çıkıyor ki...
Hazırlanıp toplantıya katılıyoruz, sonra da tüm katılanlara parti veriliyor Navigator restoranda. Ortam çok güzel...
Neredeyse unutuyordum, bu gün Anneler Günü...
Bütün annemler gözümde tütüyor bu arada. Benim çok annem var da :)
Ablam ve Burçak da anneme çiçek yaptırmışlar, parti esnasında geldi. Annem çok şaşırdı tabi ki,çok hoşuna gitti. Onlara burdan tekrar teşekkür ediyor ve öpüyorrr :)))
Marina müdürü Emre Beyle tanışıyoruz. Emyr için gerçekten çok güzel organizsyonlar düzenlemiş. Eeee Kemer Emyr'in doğduğu yer ne de olsa, hem de rally nin ilk etap sonu...
Gecenin devamında yan masamızdaki Emre Bey'in ailesi ve marinada tekneleri olan bir Türk çiftle muhabbet başlıyor...
Türklerle sohbeti çok özlemişiz biz de... Deniz hayatından açılıyor konu, ordan Türk yemeklerine geliyor ve bana ananemi hatırlatıyor... :)
12.05.2008 sabahı otobüslere binip Tahtalı'ya gidiyoruz. Teleferikle 2365 metreye çıkıyoruz Arap ezgileri eşliğinde... Bulutların üstündeyiz işte....
Cennet gibi bir yer ama tabi sıcaklık farkından solayı biraz üşüyoruz. Neyse ki sıcacık kahveler yetişiyor imdadımıza... İçimiz ısınıyor bulutların üstünde...
Ordan sonra da deniz kenarındaki antik şehre, Phaselis'e gidiyoruz...
Su kemerleri karşılıyor bizi... Burda yaşayanlar çok şanslıymış... Babamla ben o kadar kaybediyoruz ki kendimizi otobüslere geç kalıyoruz :))))
Neyse marinaya döndükten 3 saat sonra Türk tekneleri (Gezenti, Slow Dancer ve biz) Nirvana II.'de toplanıdık. Eee Türk dayanışması yapmak lazım! :) 1 saat kadar bir süre sohbet ettikten sonra yemeğe hazırlanmak için teknelerimize döndük.
Akşam marinaya ait otelin sahilinde yemek vardı. 21 ülkenin bayrağı havadaydı gittiğimizde. Hafif bir şeyler içip kendi grubumuzdaki arkadaşlarımızla masalarımza oturduk. Gece çok güzeldi. Yemekler ve müzik ortamın güzelliğini tamamlıyordu. Tatlılara geçtiğimizde bayrak seramonisi de başladı. Plaketler verilirken bayraklar havada kendi aralarında yarışıyorlardı. Daha sonra ülkelerinin bayraklarını taşıyan katılımcılar kendi dillerinde Kemer' e teşekkür ettiler ve yerlerine geçtiler. Bu arada dansı unuttum. Orkestra güzel olunca dans kaçınılmaz oluyor. Neredeyse herkes pistteydi. Günün yorgunluğu da eklenince tüm bunlara, yavaş yavaş dağılıyorduk.


Marinaya doğru yürürken sol tarafta turistik bir mağaza vardı. Merak ettik ve girdik içeriye. Bir darbuka ilişti gözümüze. Çalışanlardan birisi de hemen alıp çalmaya başladı. Sonra babam, sonra da ben aldım. Hakani abi (kendisi Azeri) bende ışık olduğunu söyledi ve aldı beni karşısına. Bana bir darbuka verdi, kendisi de bir tane aldı ve başladı bana inceliklerini anlatmaya. Sonra yapabildiğimce düet yaptık. :) İnanılmaz zevkli. Şimdi düşündüğümde çok garip geliyor. O sırada o mağazaya girmeseydik ne Hakani abiyi tanıyacaktık ne de böyle bir anımız olacaktı. Neyse, takneye döndük ve kendimizi yataklarımıza attık. :)))
13.05.2008 sabahı 08:30 gibi uyanıp sabah telsizini dinledik. Gün içindeki program, hava durumu, doğum günü kutlaması ve son olarak da soruların varsa sorulduğu bir konuşma oluyor.
O gün Kemer Marinada Emyr katılımcıları için olimpiyatlar düzenlendi. Çeşitli oyunlar oynandı gruplar arasında. Biz katılamadık, çünkü tekneden yapmamız gerekn çok iş vardı. Zaten saat 3 gibi herkes toplandı ve marinanın yakınlarındaki bir tiyatro salonunda Emyr' i tanıtan, burdan sonra gideceğimiz yerleri ve prosedürleri anlatan bir sunum yapıldı.

Çıkışta yine ertesi günkü seyir için gruplar arasında toplantı yapıldı. Ordan sonra biz de taksiyle kumanya alışverişine çıktık. Kemer'den sonra teknede daha çok yemek yememiz gerekecek çünkü.
Akşam yemekten sonra tv'de haberlere göz atıp yarınki seyir için hazırlıklarımızı yaptık ve mışıl mışıl uyuduk.

21 Mayıs 2008 Çarşamba

KEKOVA 'DAN FINIKE' YE...

18 nm'lik Finike yolculuğu için saat 13:30'da demirimizi vira ederek Üçağız Limanı'ndan yola çıktık. Kekova-anakara arasında kalan doğu girişinde yelkenlerimizi açarak hafif rüzgarda seyrimize başladık. Bu arada denizde ölü dalga vardı. Bir sancağa bir iskeleye yatarak sallana sallana Finike'ye geldik. Karaya çıktığımızda hala daha bir iskele bir sancak sallanıyorduk :)
Finike Setur Marina'ya vardığımızda güneş daha tepedeydi. Marina bizi kırmızı karanfil ve portakallarla karşılamıştı. Marina müdürü Tuncay Bey'in köpeği Miço'yu da unutmamak lazım. O da teknemize uğrayıp bize “Hoşgeldin” demişti :)

Gulchin'i yıkayıp biz de duşlarımızı aldıktan sonra yakınlardaki bir restoranda yemeklerimizi yiyip gecemizi tamamladık.
10.05.2008 sabahı yine otobüslere doluşup turmuza başlamıştık. İlk durağımız Noel Baba Kilisesi...
Gerçekten muhteşemdi. Taş duvarlardaki figürler ve mimari... Hiç kimse çıkmak istemedi ama daha gezilecek çok yer vardı ve vaktimiz de kısıtlıydı.

Ordan sonra Myra Antik Şehri'ne gittik. Çok büyük bir tiyatroya sahip ve dağlardaki yerleşim yerleri insanı ister istemez hayal kurmaya zorluyor.
Myra'ya gidebilmek için rengarenk bir çarşı içerisinden geçmeniz gerekiyor. Türkiye'ye özgü herşeyi bulabilirsiniz rahatlıkla. Fotoğraf çekerekn objektifime bir 4'lü takılıyor o sırada ve gülmekten ölüyorum... Çok tatlılar :)))
Tabii bu arada karnımız da acıkıyor ve Şelale kenarındaki bir lokantada alabalık yemeğe götürülüyoruz. Bu arada yeni tanıştığımız ve turda yalnız olan James'i de bizimle yemesi için davet ediyoruz. O da benim gibi fotoğraf makinesini elinden tüm gün düşürmüyor ve yemek sırasında ikna ediyorum onu fırsat buldukça beni de çekmesi için.

Yemekten sonra Arykanda'ya gidiyoruz. Koskocaman bir dağın eteğindeki o muhteşem şehre...
Şimdiye kadar gördüğüm en bozulmamış tiyatroya sahip şehir... Hamamlar, Agora...
Yalnız şehrin en tepesine kurulmuş olan tiyartroya çıkabilmek için büyük bir çaba harcamak gerekiyor. Ancak ordaki manzara da buna değiyor...
Yorgunluğumuzu atabilmek için de inanılmaz şirin bir köyün 2 katlı çay baçesine götürüldük. Aşağıda şelale gürülderken ve Arykanda'dan gelen mor bulutlardan şıkır şıkır yağmur yağarken çaylarımızı içtik. Hatta Debbie ve Tom'a çiğdem çitlemesini bile öğrettik orda :)
Marina'ya döndüğümüzde gerçekten çok yorulmuştuk. Hemen hazırlanıp toplantıya gittik. Ordan da dün geceden yer ayırttığımız cafeye gidip Galatasaray maçını izlmeye koyulduk. 2. gol de geldikten sonra devam etmeye gerek kalmadığını düşünüp partiye katılmak için ayrıldık.
Belki de ilk defa bu kadar uzun süren bir parti oluyor Finike'de. Marina müdürü Tuncay Beyle tanışıyoruz ve Emyr Şarkısını söylüyoruz hepbirlikte. Sonra da bol kahkahalı sohbetler başlıyor, şaraplar su gibi akıyor... Gecemiz de böyle, keyifli bir şekilde son buluyor. Ertesi gün yolumuz var...

GÖCEK'TEN KEKOVA'YA...

08.05.2008 sabahı saat 06:00'da 68 nm sürecek olan Kekova Üçağız Limanı için yola çıktık. Rüzgar kuzeyden 2 bofour esiyordu. Motor seyriyle Çatal Adalar'a kadar geldik. Oradan doğuya döndüğümüzde güzel bir apaz seyriyle motorumuzu kapatarak yelkenlerimizi açtık. 3-5 bofour kuzey ve kuzeybatı rüzgarı ile ara ara sağnaklarla 22-24 knota çıkan rüzgarla keyifli bir yelken seyri yaparak Kekova'ya akşam 18:00 civarında vardık.

Burda herkes demir atıp alargada kalacaktı.
Kekova'ya vardığımızda bulutlar iyice artmıştı, deniz ise yemyeşil bir ayna gibiydi. Bulutları ve EMYR teknelerinin aksini görebiliyorduk. Ben dünkü ve bugünkü seyrin verdiği yorgunlukla biraz halsizdim. Saat 7'de Liman'ın ordaki çakıl taşlı otopark alanında yine herkesin teknesinden getireceği şeylerle yapılacak bir parti vardı.
Canım pek gitmek istemese de sıkı sıkı giyinip joker botla karaya çıktık. Ama iyi ki de çıkmışız...


Deniz kenarında, karaya çekilmiş balıkçı kayıklarının hemen orda toplanmıştık. Kedilerin bacaklarımıza sürtünerek dolaştığı, yöre çocuklarının da bilezik ve kolye satmak için aramıza katıldığı; sıcacık, şirin bir akşamdı. Plaket töreninden sonra nerdeyse hiçkimse dağılmamıştı. İçki içip sohbet ediliyordu. Ama herkes sallanıyordu hala daha :)
Shadow Cat mürettebatıyla sohbete daldık biz de... Herkes dağıldıktan sonra da bir arka sokaktaki 2 ya da 3 dükkanın olduğu Kekova Çarşı'sını gezdik :)


09.05.2008 sabahı saat 9'da yine aynı yerde buluşup bizim için ayarlanmış olan tur teknelerine bindik. Bizimkinin adı “Mavişim” di. :))))
Yıllar önce, depremle sular altına gömülmüş ve gizemini böylelikle sürdürmüş batık şehre uğradık. Kırılıp tuz buz olmuş testileri, küçük küçük pencereleri, evler arasında kalmış daracık merdivenleri izledik. İçimizden,”acaba sular altına çekilmeden önce nasıl güzel bir şehirdi” diyerek...
Daha sonra Kale Köyü'ne gittik.
N'apıyım, ben seviyorum dağların eteğinde kurulmuş, küçük, eski ve balkonundan çiçekler sarkan evleri olan, etrafta yardımsever teyzelerin “hoşgeldiniz yavrum” dediği, küçücük, güzel kızların ellerindeki rengarenk yemenilerini gelen yabancılara satmaya çalıştığı böyle şirin köyleri. :)
Köyün Kalesi'ne tırmanıyorsunuz, bir yanınızda Batık Şehrin kalıntıları, bir yanınızda EMYR tekneleriyle dolu Üçağız Limanı, diğer bir yanınızda ise gerisinde Akdeniz'in uzandığı Teimiussa aile mezarlıkları... Daha ne diyebilirim bilmiyorum.
Annem ve babam aşağıda kalmayı tercih ettiler. Bense kalenin en tepesine tırmanıp ordan da aşağıdaki mezarlıkları ziyarete gittim. Bizimle aşağıya kadar inen o güzel, küçük kızın en güzel yemenisini alıp yoluma devam ettim. Artık teknelere dönme vakti gelmiş hatta geçmişti bile ve ben tırmanıp fotoğraf çekmekten kendimi kaybetmiştim. Neyse ki tekneler aşağıda bekliyorlardı hala daha.

Turumuz bittikten sonra koyumuza geri döndük ve “İbrahim”de güzel bir öğlen yemeği yedik. Kahvemizi içtikten sonra çarşıda bir süre dolaştıp teknemize döndük ve yola çıkmak için hazırlıklarımıza başladık.